9 Ekim 2022 Pazar

DİNİN İŞLEVLERİ

 

Din,toplumun onay verdiği tutum ve davranışları teşvik ederek, onay vermediği ve uygun bulmadıklarını da hoş karşılamayarak toplumsal düzenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır.

 **Geertz’e göre din;insanlarda güçlü,kapsamlı ve uzun süreli ruh hâlleri ve güdüler oluşturan bir semboller sistemidir.

 Dinîn insan hayatında denetlenemeyeni denetlemek,açıklanamaz olanı açıklamak,insanlığa dair bir anlam haritası sunmak ve karmaşıklığı düzenli hâle getirmek gibi psiko-kültürel işlevleri vardır.

 **Din,toplumun onay verdiği tutum ve davranışları teşvik ederek,onay vermediği ve uygun bulmadıklarını da hoş karşılamayarak toplumsal düzenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır.

 Dinler,toplum hayatında birçok sosyal ve psikolojik ihtiyacı karşılamaktadır.

Bu ihtiyaçların bazıları evrenseldir.

Dinîn sosyal fonksiyonları,psikolojik fonksiyonlarından daha önemsiz değildir.

Geleneksel dinler,grup normlarını kuvvetlendirir.

Bireysel davranışları denetleyecek ahlaki yaptırımlar sağlar.

  **Antropoloji bilimi açısından din;bir inanç,öğreti ya da dünya görüşünün dünyevi kurumlar aracılığıyla düzenlenmiş ve ilkelere bağlanmış biçimidir.

 İnsanlar dinî;tabular, kültler,mitoslar,dinsel simgeler ayinler ve çeşitli ibadet biçimleri vasıtasıyla kavrar ve yaşatırlar.

 Antropologlar için,hiçbir toplum,topluluk,kültür ve birey,dinsel yaşam biçiminden kopuk bir şekilde değerlendirilemezler.

  Tapma ve tapınma ritüellerinde dua,kurban kesme,dans,gibi pek çok törensel unsur bulunmaktadır.

  Tapma ve tapınmanın dayanaklarını ilahî ödüller ve cezalar oluşturmaktadırlar.

 Söz konusu davranış kalıpları bir kültür dairesi içinde yaygınlaştıkça,sosyal hayata ve düzene yönelik bazı talepler ortaya çıkmakta, bunlar da kurallaşarak ve kurumsallaşarak sosyal hayatın vazgeçilmez parçaları hâline gelmektedirler.

 ***Hem yaşanan hayatın güvenlik ve esenlik içinde devam etmesi hem de ölüm sonrasında var olduğu düşünülen öteki hayata güven duyma ihtiyacı dinin ortaya çıkışındaki temel etkenlerdir.

 **Kutsallıklar dünyası çevresinde oluşan toplumsal edimler,gelenek,görenek,törenler vb. gibi ritüeller,bütünsel bir çerçeveye oturarak dinsel alanı meydana getirmiştir.

 Böylece dinler ve kültürler arasındaki karşılıklı etkileşim,bir zincirin halkaları hâlinde dinler tarihini oluşturmuşlardır.

 **Dünyayı bu şekilde anlamlı ve düzenli bir bütün olarak kavramanın insan düşüncesi açısından metafizik bir ihtiyaç ya da içsel bir zorlama olduğunu düşünen Sosyolog Max Weber,bu nedenle peygamberleri,insanlığın ya da takipçilerinin,dünya hayatını düzenli,anlamlı bir bütünlük olarak kavramalarına yardımcı olan kutsal,mistik şahsiyetler olarak değerlendirmektedir. **Hem yaşanan hayatın güvenlik ve esenlik içinde devam etmesi hem de ölüm sonrasında var olduğu düşünülen öteki hayata güven duyma ihtiyacı dinîn ortaya çıkışındaki temel etkenlerdir.

 Sanat, yaşamı yorumlamak, yaşamın farklı yönlerini dışa vurmak ve hayattan lezzet almak amacıyla insanın hayal gücünün yaratıcı kullanılmasına denmektedir.

 ***Sanat dilin insanların duygularını dışa yansıtılmasındaki sınırlı olanaklarını aşar.

 Dil ancak insan toplumlarında o dili anlayan bireylere kendi aralarında sınırlı bir iletişimin oluşmasını sağlar.

 Ancak bunun aksine sanat, her hangi bir kitle gözetmeksizin kendine özgü evrensel diliyle bütün sanat tüketicisi bireylerin anlayabileceği etkin bir dil olabilmektedir.

 ***Bir antropolog için sanatın önemi, sanatın bir toplumun değerlerinin, ilgi alanlarının, dünyayı algılayışlarının, mekâna anlam vermelerinin bir yansıması olarak görülmesindedir.

 antropolog, bir kültürdeki yaratıcı etkinliğin mümkün olan her biçimini sınıflandırmak, fotoğraflamak, kaydetmek ve betimlemek gibi uğraş alanlarıyla ilgilenir.

 Antropolojik açıdan sanat ;görsel sanatlar, sözlü sanatlar ve müzik sanatı olmak üzere üç bölümden oluşur:

 Görsel Sanatlar :Görsel sanatların hayatımızın her anında varlıklarını hissettirdikleri malumdur.

 Sadece su içmek için kullandığımız bardağı bile ele alsak bardağın sadece su içmeye yarayan bir araç olarak sabit bir şekli olması beklenirken, bugün evlerimizde farklı bardak formlarını bulundurduğumuz, farklı desenlere ve bezemelerdeki inceliğe bakarak bardak aldığımız bir gerçektir.

 Elbette farklı bardak tasarımlarının tercih edilişinde bireysel özelliklerin yanında kültürel değer ve yaklaşımların da etkisi vardır.

  Ancak görsel sanatlar hayatımızın her anında kendilerini belirgin bir şekilde gösterebilmektedir.

 ***Görsel sanatların geleneksel ürünleri ile günümüz modern ürünleri arasındaki en temel farklardan birisi modern ürünler sanatçının şahsi yaratıcılığı ve hayal gücüne dayanırken; geleneksel sanat, topluluğun paylaştığı ve üyelerinin bilinçli olarak bildiği simgeler üzerindedir.

 Örneğin Türklerin halı ve kilim desenleri veya baş örtüsünün çerçevesini oluşturan özgün desenler ve hatta mezar taşlarındaki baş kısmının farklı geometrik şekilleri hep bir toplumsal sembolün dışa vurumu şeklinde değerlendirilmelidir.

 Sözlü Sanatlar:Halk bilgisi kavramı ya da folklor İlk olarak 19. Yüzyılda Avrupa köylülerinin (okur-yazar seçkinlerin geleneklerinden farklı olarak) yazılı olmayan öyküleri, deyişleri, adetleri ve inançları için kullanılmıştır.

 Bu kavram daha sonra bütün toplumların sözlü geleneklerini kapsamak için kullanılır olmuştur.

 ***Sözlü sanatlar, yapılandırılmış ve özel bir biçimi olan öykü, tiyatro, büyülü sözler, atasözü, bilmeceler, sözcük oyunları, isim verme yöntemleri, iltifatlar ve hakaretler gibi türleri içerir.

 Öyküler derlenmesi ve kaydedilmesi en kolay olan sözlü sanatların içine girmektedir.

 Öyküleri temel olarak üç ana başlık altında toplayabiliriz:

Söylence, efsane ve masal.

 Söylence:Söylence kavramı insanoğlunun var olmasının temel soruları olan nereden geliyoruz, neden buradayız ve nereye gidiyoruz gibi soruları açıklayan kutsal öykü anlamında kullanılan bir terimdir.

 Söylence dinî inanç ve uygulamalar için mantıklı bir zemin oluşturur ve bazı davranışlar için kültürel ölçütler belirler.

  Örnek:Meşhur Oğuz Kağan söylencesi :kısaca söylemek gerekirse Türklerin hangi soydan geldiğini anlatıyor. 

 Söylencelere bakıldığında bazen aynı vurgu ve beklentilerin evrensel niteliklerde olduğunu da görmekteyiz.

 Örneğin, ilk orijini, tarih, devlet ve yönetim algılayışlarını yansıtan başka milletlerin Oğuz kağan benzeri hikâyelerine de rastlanılabilmektedir.

 Efsane:Söylencelerin daha karmaşık ama daha az sorun içerenlerine efsane denmektedir.

 Efsaneler, önemli bir olay ya da kişiyle ilgili geleneklerle kuşaktan kuşağa aktarılmış, tarihsel bir kanıt olmadan doğru kabul edilmiş öykülerdir.

 Efsanelerin belli bir yazarı yoktur, birden fazla çeşidi vardır ancak akla yatkın ayrıntıları da ihmal edilmez ve en önemlisi, içinde yaşadığımız kültüre dair bize bir şeyler söyler.

 ***Efsane gerçeklik yönüyle masaldan ayrışarak hikâye ve destana yaklaşır ancak anlatım yönüyle de onlardan ayrılır.

 Destan parçaları biçiminde anlatılan veya masallarla ortak konular içeren efsaneler de vardır.

 Yaratılış, oluşum ve dönüşüm efsaneleri, doğa ögelerinin bugünkü biçimini alışını hikâye ederler; Anadolu’da “menkıbe” olarak bilinen ve sözlü anlatım yanında zengin yazılı edebiyat da oluşturan tarihsel efsaneler bir yerin adını açıklayan anlatılarla, tarihsel kabul edilen savaş, hanedan, ermiş, kahraman, eşkıya ve ünlü sevdalıların anlatılarını içerir. Doğaüstü ve olağanüstü inanışları dile getiren efsaneler, ermiş, evliya efsaneleriyle iç içedir.

 ***Antropologlar için efsanelerin dinî olmayan kısımları, kültürün olması gerekli etik davranışlarına kaynaklık etmesinden dolayı önemlidir. 

Efsanelerde temel konu, sorunları çözmek ve kişilere rehberlik yapabilecek ilkeler kazandırmaktır.

 Masal :Yaratıcı öykülerden biri olarak masal, dinsel ve tarihsel olmayan bir yapıda kurgusal ve eğlendirmek amacıyla kullanılır.

 Bunun yanında masalın çoğu zaman eğiterek ders vermek gibi bir işlevi de vardır.

 Seçkinler ve halk arasında ayrımın doğuşu, anlatının mit veya masal oluşunu belirler.

 Analoji yoluyla toplumsal sorunları bilinçli ya da bilinçsiz benzetmelerle ifade etmesi ve toplumların örgütlenişi, akrabalık sistemleri, erginlenme ritleri üstüne olduğu için bu sistemleri ve bu sistemlerdeki dönüşümü dile getirmesi masalların antropolojik malzeme olarak kullanışını artırmış, masallar, antropoloji, din tarihi, psikoloji ve felsefe açılarından incelenir olmuştur.

 Peri, hayvan, hortlak, düzenbaz, kahraman masalları gibi türlere ayrılabilecek olan masallar evrensel insan sorunlarına çözüm önerileri ve ahlak felsefesi içerirler.

 ***Masallar, tıpkı efsaneler gibi insanların evrenselleşmiş ahlaki sorunlarına yerel çözümler üretir bazen de toplumsal ahlaki yansıtan bir felsefe bile oluşturabilir.

 Müzik Sanatı:Müzik, duygu, düşünce, izlenim ve tasarımları ve başka gerçeklerin de katkısıyla belli durum, olgu ve olayları, belli bir amaç ve yöntemle, belirli bir güzellik anlayışına göre birleştirerek, biçimlendirilmiş seslerle işleyip, anlatan estetik bir bütündür.

Herkesin anlayabildiği ve anlayabileceği yegâne dildir.

 Müzik sanatı bağımsız bir bilim dalı olmasına karşın antropolojiyi ilgilendiren pek çok yönü de vardır.

 Örneğin, bir kültürde müziği diğer dışa vurumlardan farklı kılan şey nedir?

 Bir kültür için müzik ve ilahi çağrı olan çalgılı sözler, bir başka kültür için nasıl oluyorda gürültü olabiliyor?

 Müzik sanatı, doğası gereği, sözel olmayan, somut düşüncelerden çok soyut duyguların dışavurumundan ibarettir.

 Toplumsal açıdan müziğin insan yaşamındaki işlevlerini aşağıdaki gibi ifade etmektedir:

# Müziğin bireysel işlevi; Müziğin bireyin dengeli, doyumlu, sağlıklı, başarılı ve duyarlı olması yönünde bireyde olumlu izler bırakmasıdır.

 # Müziğin toplumsal işlevi; Müziğin bireyle toplum arasındaki tanışma, anlaşma, kaynaşma, paylaşma ve iş birliği oluşumunda rol oynamasının yanında kitlesel heyecanın sağlandığı, kitlesel paylaşımın gerçekleştirildiği bir dil olmasıdır.

Örn:Bir konser salonunda yüzlerce insan aynı eseri dinlerken, aynı heyecanı yaşar,

 # Müziğin kültürel işlevi: Müziğin kültürü arttırıcı, aktarıcı, yaşatıcı ve zenginleştirici rol oynamasıdır.

 # Müziğin ekonomik işlevi: Müziğin arz-talep, üretim-dağıtım-tüketim ilişkilerini düzenlemesidir.

# Müziğin eğitimsel işlevi: Müziğin sözü edilen tüm işlevlerin düzenli, sağlıklı, etkili, verimli ve yararlı olmasını sağlamaya dönük müziksel öğrenme ve öğretme faaliyetlerini kapsamasıdır.

 Müzik sanatının genel olarak özelliklerine bakacak olursak;

 1. Kişinin yalnız başına da yapabileceği, hiçbir alet kullanmadan sergileyebileceği bir sanattır.

 2. Müzikle duygu ve düşünceler, plastik sanatlara göre daha çarpıcı bir şekilde dile getirilebilir.

 3. Kişiyi ve kitleleri harekete geçiren bir gücü vardır.

 4. Dil, din ve etnik farklar tanımayan evrensel bir anlatımdır.

Müzik biliminin kendine has ve ayrıntılı konularını antropoloğun bilmesi beklenemez.

 Ancak her kültürün kendine ait duyguları farklı yöntemlerle dile getirmeleri, farklı müzik aletleri kullanmaları ve müziksel biçimleri antropolog için önem arz etmektedir.

 

 SANATIN İŞLEVLERİ 

 

Sanat genelde dinî amaçlarla, ilahi bir gücü, kutsal bir varlığı, ataların ruhunu ya da bir hayvanın ruhunu onurlandırmak ya da ondan yardım istemek için yaratılır.

 Günümüzde bazı gelişmiş ülkelerde sanat, genellikle bir lüks, kişisel zevk ya da başkalarına zevk vermek için ilgilenilecek bir alan olarak görülür.

 Sanat faaliyetleri sadece sanatçılar yapmazlar.

 Bütün insanlar bir şekilde kendilerine ait bir süslemeyle de olsa ait oldukları toplumun bir üyesi olarak kim oldukları hakkında bir bildirimde bulunmuş olmaktadırlar.

 ***Sanat ister estetik kaygılarla yapılsın isterse mezar örneğinde olduğu gibi somut faydalar için yapılmış olsun her durumda simgesel bir anlatım biçimine ve yaratıcı hayal gücünün dışa vurulmasına ihtiyaç duyar.

 Günümüzde sanatın belki en işlevsel olarak kullanıldığı alanı, insanların ilgi ve ihtiyaçlarını, dünya görüşlerini, siyasal tercihlerini kişilerin şahsi çıkarları doğrultusunda değiştirmek amacıyla yapılan faaliyetler oluşturmaktadır.

 ***Sanat kimi zaman toplumsal konum, manevi kimlik ve politik güç gösterisi için kullanılabilir.

 Örneğin; kapılara asılan nazarlık veya çatılara asılan boynuz o evin Bektaşi evi olduğunu gösterir uğur ve şans getirmesi yan unsurlardır.

 ****Sanat toplumsal olarak bir gruba aidiyeti veya o grubun kimliğinin de sembolü olabilmektedir.

  İlkel toplumlar açısından sanatın işlevleri:

  # Sanat ilkellerde dinsel bir nitelik taşır.

 Ortaya konulan sanat ürünlerinin dinsel büyü, beladan korunma veya Tanrı’ya sığınma aleti olarak da işlev görmesi söz konusudur.

  #Sanat ilkel toplumlarda iletişimi sağlar.

Yazıyı bilmeyen kimseler için sanat en doğal ifade aracıdır. 

Dolayısıyla herkesin anlayabileceği ortak bir dildir.

 # Bir toplumun geçmişini, efsanelerini, atalarını ve mitik kahramanlarını canlandırır ve anlatır.

Yani sanat aynı zamanda ritüel bir amaca yönelik ve gelenek görenekle de beslenmektedir.

 # İlkellerin sanat eserlerinde sadece estetik kaygının olduğu iddia edilemez.

Yani sanat sanat içindir düşüncesinin onlar için pek bir anlamı yoktur.

 #Sanat, malzemesiyle bir mesaj taşır.

İnsana yararlı bilgiler verir.

 ***İlkellerde sanat, büyü, mitoloji ve ahlak gibi ögelerle iç içedir.

 Sanatın çağdaş insan yaşamındaki önemi ve işlevleri:insanın, özgünlüğü ve güzeli arayarak bulabilmesi, gereksinimlerinin karşılayabilmesi yanında onu çağdaş yaşantısı içinde değişik boyutlarıyla işlevlerinden yararlanması temelini oluşturur.

 Söz konusu olan işlevler, estetiksel temellerdir.

 Bunlar dış görünüşüyle bireysel, toplumsal yapıda olduğu gibi, kültürel, ekonomik, sosyolojik ve eğitsel nitelik konumunda da bulunabilirler.

 Sanatın bireysel işlevi: Bireyin sağlıklı, başarılı, dengeli, doyumlu ve duyarlı, yaşamında mutlu olabilmesi için, davranışları üzerinde belirli değişimler gözlemlemek estetik uyarılma ve karşı tepkide bulunma, yorumlama ve yaratma davranışı yatmaktadır.

  Sanatın toplumsal işlevi: Bireylerin birbirleriyle, toplumların toplum katmanlarıyla anlaşma, dayanışma, kaynaşma, paylaşma, iş birliğine girme, birleşip bütünleşme sağlamasında sanatın çok önemli görevi olduğu yadsınmaz bir gerçektir.

 Sanatın kültürel işlevi: Artırıcı, kültürel değerleri kuşaklar arasında taşıyıp aktarıcı, kültürler arası ilişkileri zenginleştirip güçlendirici, pekiştirici özelliklerini kapsamaktadır.

 Sanatın ekonomik işlevi: Bireysel ve toplumsal olguların, düzenli, etkili ve verimli bir biçimde gerçeğe dönüşmesini sağlayıcı görev ve sorumluluklar taşır.

 E. Zola’nın yaklaşımında olduğu gibi sanatın işlevi, doğayı değiştirmek değil onu güçlendirmektir.

 Onun için sanat doğadaki gerçeklikten daha etkilidir.

 Kurmaca olduğunu bildiğimiz halde bir filmdeki veya tiyatrodaki anlatı bizi her zaman gerçek olandan daha fazla etkileyebilir.

  ***Sanat hayata dengeyi getirir.

 Hayatın içerisindeki sosyal dengesizlikler, siyasal eşitsizlikler sanat sayesinde bir dengeye oturmaktadır.

 Sanat insanı diğer insanlara yaklaştırır.

 Bir romanı okuyup seven veya her hangi bir filmden veya geleneksel bir sanattan zevk alan insanlar doğal olarak bir araya gelirler.

 ***Sanat insana yeni algı ve keşif alanları açar.

 Eğer sanat yoluyla hayal edilip ortaya konmasa birçok buluşun şimdi olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

 Bütün buluşlar önce hayal, sonra sanatsal değer ve keşif yoluyla ortaya çıkmaktadır.

 ***Sanat insana yaşama coşkusu verir.

 Parçalanmış duygular, sadece madde ve kapitale kilitlenen zihinlerde sanat adeta bir yaşam simidi görevi görür.

 

KÜLTÜR VE SANAT

 ***Sanat bireyden başlar bireyin yaşadığı kültürü etkiler ve kültürleşme yoluyla evrensel boyuta ulaşarak tüm dünyaya yayılır.

 Kültürü canlı tutmanın en temel yönlerinden biri onun sanat yoluyla dile getirilmesidir.

 ***Antropolojik anlamda kültür bir insan toplumunu, özellikle de yasam biçimlerinikarakterize eden görünümlerin tümüdür.

Sanatın ne olduğunu belirsizleştiren etmenlerden biri her yerin kopya sanat eserleriyle dolup taşmasıdır.

 ***Sanat eserleri yaşayan kültürlerin ve milletlerin birlik ve beraberliği de diri kalmakta ve sanat eserlerinin simgelediği dünya görüşü, anlayışı da geçmişle geleceğin kültürel mirasını köprü olarak kurmaktadır.

 Değişme, eski ve yeni durum arasındaki farklılaşmalara ya da dönüşüm süreçlerine işaret eden bir kavramdır.

 Sosyal ve kültürel değişme, sosyo-kültürel yapıyı oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen toplumsal kurumların bir kısım unsurlarında zaman içerisinde meydana gelen farklılaşmaları ifade etmektedir.

 Sosyal ve kültürel değişme ise sosyo-kültürel yapıyı oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen toplumsal kurumların bir kısım unsurlarında zaman içerisinde meydana gelen farklılaşmaları ifade etmektedir.

 Dolayısıyla sosyal ve kültürel değişme, fiziksel ve toplumsal sınırlar dahilinde zaman içerisinde ortaya çıkan yeni durumlara işaret eden bir kavramdır.

 Bu bağlamda doğal çevre, kültürel çevre ve zaman unsurlarına bağlı olarak şekillenen değişme, sosyo-kültürel boyutları olan bir süreçtir.

 **Geleneksel ve tutucu toplumlar da dahil olmak üzere, bütün toplumlar ve kültürler sürekli olarak bir değişim sürecinden geçmektedirler.

 Bu bağlamda değişme, toplumun ve kültürün doğasında vardır. Sosyal ve kültürel değişme tüm toplumların zorunlu olarak yaşadıkları bir süreçtir.

 Sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerinde araştırma yapan bilim adamları, sıkça başvurdukları bir kavram olarak değişmeyi, olumlu ya da olumsuz, anlamlı ya da anlamsız veya iyi ya da kötü gibi değer yüklü bir anlam dairesi içerisinde ele almazlar.

 Bu manada sosyo-kültürel değişme, toplumsal olguların geçirdiği dönüşüm aşamalarına ilişkin herhangi bir yargıda bulunmayan, yansız bir kavramdır.

 Ancak sosyo-kültürel yapılarda meydana gelen birçok değişme, pek tabiidir ki, olumlu ya da olumsuz veya ilerleme ya da gerileme olarak nitelenebilecek türde sonuçları olan dönüşümlerdir.

 Sosyologlar, sosyo-kültürel değişme kavramını, toplumun örgütlenme biçiminde, hacminde ve parçaları arasındaki denge ve uyumda meydana gelen değişmeleri ifade etmek amacıyla kullanmaktadırlar.

 

 

 

POLİTİK ÖRGÜTLENME - 1

 

Nerede bir toplum ya da grup varsa orada insan davranışlarını, insanlar arası ilişkileri düzenleyen kimin neyi, nerede ve nasıl alacağına ilişkin karar verme ve uygulama mekanizmalarından oluşan bir sistem vardır. Bu sistem, “politik örgütlenme” olarak tanımlanabilir Politik örgütlenme, bir toplumun kendi içindeki düzeni sağlamanın, denetim yoluyla bu düzeni sürdürmenin ve o toplumun diğer toplumlarla olan ilişkilerini yönetmenin en temel aracıdır

 

POLİTİKA VE TOPLUMSAL DÜZEN

 Politikaya ilişkin birbirini tamamlayan iki farklı tanım arasında bir ayrım yapmak toplumsal düzen-politika ilişkisini anlama açısından faydalı olabilir.

 Birinci tanımda politika, bireyler veya gruplar arası bir rekabettir; toplumdaki değerlerin paylaşımında çatışma, mücadele ve asıl olarak da iktidarı ele geçirme ve kullanmadır .

 İkinci tanıma göre politika, bir sistem olarak görülebilir ki, toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru yola dayanarak düzenleyen faaliyetler bütünüdür.

 Birinci tanım, politikanın rekabete çatışmaya ilişkin boyutuna vurgu yaparken ikinci tanımda politika, düzenleyici ve bütünleştiricidir.

  

POLİTİKA, GÜÇ VE POLİTİK ÖRGÜTLENME

 Hem bireyler ve gruplar birbirleri üzerinde hem de toplum insanlar üzerinde güç uygulayabilir.

 örnek: •Vergi, cezalandırma vb. kurumsallaşmış bir takım kısıtlamalar toplumun bireyler üzerinde güç kullanımına örnek teşkil eder.

 Güç ve otorite her zaman birlikte bulunmak zorunda da değildir. 

Güç, bireylerin ya da grupların ikendi isteklerini başka birey ya da grupların istekleri dışında da olsa yaptırabilme yeteneği, nüfuz kullanımıdır.

  Otorite ise saygınlık, kurumsal statü ve benzer etkenlerden kaynaklanan örtük bir kabulle gerçekleşen daha hafif bir güç anlamına gelir.

  Sosyolog Max Weber’e göre otorite, doğal karşılanan ve meşrulaştırmaya ihtiyaç duymayan bir nüfuz kullanımına işaret ederken gücün özünün sürekli olarak sorgulanması ve savunulması gerekmektedir.

 Örnek: •Bazı toplumlarda bireyler güç değil, otorite kazanabilirler. 

Başkalarının davranışını etkileyebilirler ama bir yaptırım dayatamazlar.

 Devlet yönetimli toplumlarda görevliler hem güç hem de otorite kullanabilirler.

 ***Bütün toplumlar politikanın farklı alanlarına katılım için grup üyeliği, yurttaşlık, yaş ve benzeri bazı genel ölçütler belirlemiştir.

Toplumlar karmaşıklaştıkça politik statüler edinmeyi ve politik karar alma sürecine katılımı belirleyen ölçütlerin sayısı da artmaktadır.

 Devlet tipli örgütlenmelerde yukarıda sayılan ölçütlerin dışında etnisite, din, sınıf, zenginlik ve eğitim düzeyi gibi değişkenlerin de politik statüler edinmeyi ve karar alma süreçlerine katılımı belirlediği görülebilmektedir.

 Resmî nitelikli politik karar alama sürecinin dışında olmak, katılım imkânından tamamen yoksun kalındığı anlamına da gelmez olmak, katılım imkânından tamamen yoksun kalındığı anlamına da gelmez.

SOSYAL VE KÜLTÜREL DEĞİŞİM - 1

 

Sosyo-kültürel bir değişmeyi analiz edebilmek ve yorumlayabilmek için değişmenin gözlenebileceği çeşitli genel görünümleri ifade etmek gerekmektedir.

 Tüm değişmeler geçicidir.

 Yani zaman faktörü değişmenin koşulları arasındadır.

 Değişme, aynı zamanda belirli bir çevrede ortaya çıkar.

 Yani çevre faktörü değişmenin koşulları arasındadır.

 Değişme hem fiziki (coğrafi) çevrede hem de kültürel çevrede yer alır. Coğrafi çevre sürekli değişim geçirir.

 Bu değişimlerin bir kısmı insanın doğayı kontrolü altına alma çabalarıyla, bazıları da doğanın kontrol altına alınamayan güçleri yoluyla gerçekleşmektedir.

 Sosyo-kültürel değişme insan eliyle gerçekleşir.

 Bir başka deyişle insan faktörü değişmenin temel unsurları arasındadır.

 Değişmenin bu üç görünümünün bileşimi, değişmenin ortaya çıkmasının zorunlu koşullarıdır.

 Bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir: Değişme belirli bir zaman diliminde, belirli bir yerde (mekân) ve birtakım kişilerle birlikte gerçekleşen toplumsal bir süreçtir. Değişme belirli bir zaman diliminde, belirli bir yerde ve bir takım kişilerle birlikte gerçekleşen toplumsal bir süreçtir.

 Sosyal hayatın farklı alanlarında hissedilen birtakım ihtiyaçların giderilmesine yönelik olarak gelişen bu davranışlar, olumlu sonuçlar ortaya çıkardığında, topluluğun diğer üyeleri tarafından da giderek benimsenmekte ve tekrar edilerek daha geniş kesimlerce onay görüp yaygınlaşmakta ve topluluğa yeni katılan üyelere de öğretilerek kurumsallaşmaktadır.

 Sosyal yaşamda, kültürleme ve toplumsallaşma sürecinde tekrar edilerek pekiştirilen ve yeni kuşaklara da aktarılan normlar, toplum ve kültürün sahip olduğu kültürel kodlar/davranış örüntüleri olarak bir toplumdaki örfleri ve gelenekleri meydana getirmektedirler.

 Bu ifadeler, aynı zamanda bir sosyo-kültürel yapıdaki toplumsal kurumların oluşum sürecini de izah etmektedir.

Hissedilir bir değişimi sosyal bilimler açısından ele alırken, bir nesne ya da durumun temel yapısında bir dönem içerisinde ne kadarlık bir değişme ortaya çıktığını göstermemiz gerekir.

 Toplumsal bir sistemin hangi göstergeler ve ölçütler açısından bir değişme süreci içinde olduğuna karar verebilmek için, belirli bir zaman aralığında, o toplumun temel kurumsal yapılarında ortaya çıkan farklılaşmaların hangi ölçüde gerçekleştiğini tespit etmek ve göstermek zorundayız.

 Toplum kuramcıları, son iki yüz yıldır, sosyo-kültürel değişmenin doğasını açıklayan bir büyük kuram geliştirme çabası içine girmiş olmalarına karşın, oluşturulan hiçbir tek etken kuramı, avcı ve toplayıcı toplumlardan kırsal toplumlara, geleneksel uygarlıklardan son olarak da bugünün son derece karmaşık olan küresel toplumsal düzenlerine kadar olan çeşitliliğiyle, insanın toplumsal gelişimini bütün kapsayıcılığıyla açıklama kabiliyetine sahip olamamıştır.

 Bununla birlikte tarihsel süreçte birçok toplumda ortak olarak gözlemlenen ve sosyokültürel değişmeyi tutarlı bir biçimde etkilemiş olan üç ana etkenden söz edebiliriz.

 Bunlar: Doğal çevre, siyasal örgütlenme ve kültürel etkenlerdir.

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...