ANTROPOLOJİ VE DİN - 2
DİNİN
KÖKENLERİNİ AÇIKLAYAN ANTROPOLOJİ KURAMLARI
Din
antropolojisinin kurucusu Sir Edward Burnett Tylor,dinîn insanların gündelik
deneyimlerine başvurarak açıklayamadıkları koşul ve olayları kavrama çabaları
sonucu ortaya çıktığı fikrini savunmaktaydı.
Tylor,rüyaları
ve trans hâlini açıklama çabalarının,insanın bedeninde birisi gün boyu etkin
olan,diğeri ise (ikiz ya da ruh) uyku ya da trans hâllerinde etkinleşen iki
varlığı barındırdığına olan (ruhbeden) inancı kuvvetlendirdiğini ifade
etmektedir.
Bu iki
varlık alanı hiçbir zaman karşılaşmamalarına rağmen,birbirleri açısından
yaşamsal öneme sahiptirler.
İkiz
(ruh) bedeni sonsuza dek terk ettiğinde,kişi ölüyordu.
Ölüm,ruhun
bedenden ayrılmasıydı.
Tylor bu
inancı "animizm" olarak adlandırmaktadır.
Tylor’a göre
din eğer,insanların anlamakta ve açıklamakta zorlandıkları durumları aydınlatma
çabaları sonucu ortaya çıkmış bir gerçeklik ise,bilim daha iyi açıklamalar
sundukça din çöküşe geçecektir.
Dinîn,ilk
insanların çevrelerine ve yaşamlarına ilişkin deneyimlerini açıklamak ve
anlamlı kılmak gayretleri sonucu ortaya çıktığını ileri süren Frazer da
Tylor’un görüşlerine yakın bir noktada,insan toplumlarının entelektüel
gelişiminde büyü,din ve bilim olmak üzere üç aşama bulunduğu fikrini paylaşmaktaydı.
Animizmin
ilk din olduğunu iddia eden Tylor’un kuramına rakip bir diğer antropolojik
açıklamaya göre ise insanlar,doğaüstünü,belli koşullar altında
denetleyebildikleri kişilik dışı bir güç ya da kudret alanı olarak
görmektedirler.
İngiliz antropolog
R.R.Marett,Animatizm olarak isimlendirilen böylesi bir doğaüstü kavrayıştan
bahseden ilk araştırmacı olmuştur.
Antropolog
Bronislaw Malinowski,böylesi bir kavrayışın özellikle Güney Pasifik’in Papua
Yeni Gine ve komşu adaları kapsayan bölgesi Melanezya’da yaygın olduğunu
gözlemlemişti.
Melanezyalılar
evrende var olan kutsal kişilik dışı kuvvet, mana’ya inanıyorlardı.
Melanezyalılar
başarıyı insanların çeşitli yollarla,örneğin büyüyle elde edip kullanabileceği
manaya atfetmekteydiler.
Mana
taşıyan nesneler kişinin talihini değiştirebilirdi.
Örneğin
başarılıbir avcıya ait bir muska,avcının manasını,bunu ele geçiren bir başka
kişiye aktarabilirdi.(!!!Melanezya manası,insanların olağan doğal terimlerle
kavrayamadığı başarıları açıklamaktadır.)
Freud,dinî
inancın,insanın çocuksu çaresizliğinden kaynaklanan bir yatkınlığı olarak
babaya duyulan özlemi ve çocuksu süper egonun yansımasını içerdiğini
düşünmekteydi.
Dinî
deneyimlerin psiko-kültürel temelleri hakkında eserler vermiş ve psikoanalitik
kuramı geliştirmiş olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog Sigmund Freud,dinîn
tarihi gelişiminin başlangıcını,politeizmin ve dinîn en yüksek şekli olan
monoteizmin öncüsü olarak totemizm inancında bulmuştur.
Freud,genç
erkeklerin babalarına karşı beslemiş oldukları bilinçaltı düşmanlık fikrine
Oedipus Kompleksi (karmaşası) adını vermişti.
O,ilkel
göçebe kabilelerde,genç erkeklerin babalarını,onların karılarına sahip olmak
için öldürdüklerini ileri sürmektedir.
Bu
teoriye göre,totem bayramı insanın ilk günah duygusunun neşet ettiği korkunç
bir olayın anısına yapılmaktaydı.
:Freud-"Totem
ve Tabu" adlı antropolojik bir kitap yazdı
Freud,mantığın
cinsel ve saldırgan dürtüler,kitle psikolojisinden kaynaklanan tehlikeler ve
bastırılmış sosyal sınıfların meydan okuması tarafından baltalandığını öne
sürmektedir.
Freud’a
göre,dinî dogmalar,ne kanıtlama ve ne de delillerle çürütmeye açık olamayacak
biçimde bir yanılsamayı temsil ederler.
Öte
taraftan Freud,dinîn olmadığı bir dünyada ölümle yüzleşmenin ve kültürel
zorlamalara boyun eğmek zorunda kalmasının,insanın çaresizlik ve engellenmişlik
duygusunun kıskacı altında ezilmesine neden olacağı düşüncesindeydi.
Freud,bilimin
dinîn alanını küçülttüğünü,fakat kültürün ancak kurumlaşmış dinîn sağladığı
katı baskı ve günah tehditleriyle korunabileceğini ileri sürmüştür.
Emile
Durkheim,her toplumda kutsalla dünyevi olan arasında bir ayrım yapıldığını
kabul eder.
Freud
gibi totemizmin en eski dinsel form olduğunu kabul eder.
Durkheim,ayrıca
dinîn ilkel toplumlardaki işlevinin ritüeller ve kolektif yansıtımlarla
topluluk üyeleri arasındaki dayanışmayı geliştirmek ve sosyal bütünleşmeyi
sağlamak olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Totemizm,doğayı
bir toplum modeli olarak kurgulayan bir dinî inanç istemidir.
Totemler,
genellikle doğanın bir parçası olan hayvanlar ve bitkilerdir.
Her grup
farklı bir toteme sahip olduğundan ortaya çıkan bu toplumsal farklılıklar doğal
karşıtlıkları yansıtmaktaydı.
Totemizm,
Avustralya yerlilerinin yaşamında önemli yeri olan bir inanç pratiği idi.
Her bir
kabilede,insan gruplarının tikel totemleri bulunmaktaydı.
Her bir
totem grubunun üyeleri kendilerini totemin soyundan gelme saymaktadırlar.
Topluluk
üyeleri genellikle totemi öldürüp,yemekten sakınırlardı, ancak bu tabu yılda
bir kez,insanlar toteme adanmış törenler için bir araya geldiklerinde
kaldırılırdı.
Bu yıllık
ritlerin totemin yaşaması ve üremesi için gerekli olduğu düşünülürdü.
Totemler
ortak kimliği simgeleyen kutsal amblemlerdir.
Durkheim için
din,toplumun kendisiyle ilgili bilinçlenmesi sonucu oluşan semboller
sistemidir.
Durkheim din
olgusunu,toplumun kendisine tapınması ve kutsallığın toplumsal kollektivite
aracılığıyla ortaya çıkması biçiminde tanımlamaktadır.
Marx,“halkın
afyonu” olarak nitelediği dinin,halkı uyuşturan değil,teskin eden ve de sefalet
içinde tahribata uğramış yoksul kitleleri rahatlatan,manevi zenginlik vaadi ile
insanların dünyaya tahammül etmelerine yardımcı olan bir müsekkin olarak ifa
ettiği sosyolojik işlevi göstermek istemiştir.
Marx,dinî,bu
dünyadaki gerçek özgürlüğün yerine öte dünyadaki aldatıcı bir özgürlük vaadi
ile,çeşitli toplumsal baskılar altındaki insanların devrimsel potansiyellerini
dengelemeye ve kendilerinin hâkimiyetlerini olağanlaştırmaya ve haklı çıkarmaya
hizmet eden egemen sınıfın ideolojisinin bir ürünü olarak tanımlamıştır.
Malinowksi,din
ve büyünün,gerilim ile baş edebilmek için ruhsal kaçışlar
sağlayarak,psiko-kültürel açıdan insanların kaygılarını giderici işlevleri
nasıl yerine getirdiğini Papua Yeni Gine’de bulunan Trobriand adalarında
yaşayan yerliler üzerinde gerçekleştirdiği antropolojik gözlemler ile
keşfetmeye çalışmıştır.
Örneğin,doğaüstü
inanç ve pratikler,kaygıyı gidermeye yardımcı olmaktadır.
Büyü
teknikleri,insanların zihinlerinde ortaya çıkan kuşkuları dağıtabilir.
Benzer
biçimde din de insanların ölümle yüz yüze gelmesini ve yaşam buhranlarına
dayanabilmesini sağlar.
Malinowski,
Trobriand yerlilerinin,denize açıldıkları zaman büyüye başvurduklarını
gözlemlemişti.
Ona göre
bu insanlar rüzgâr,hava ve balık miktarını denetleyemedikleri için büyüye
başvurmaktadırlar.
Malinowski,kabile
dinlerinin;doğum,ergenlik,evlilik ve ölüm gibi yaşam evrelerine geçişlerle ilintili
bazı ritüelleri barındırdıkları ve dolayısıyla dinlerin bu ritlerle bağıntılı
olarak değerlendirilmesi gerektiğini de ifade etmektedir.
Geçiş
riti;yer,toplumsal konum ya da yaş statülerindeki değişiklikleri kapsamaktadır.
Tüm geçiş
ritleri üç evrelidir:ayrılma,eşik ve bütünleşme.
Birinci
evrede insanlar gruptan ayrılarak bir yer ya da statüden öbürüne doğru hareket
ederler.
Üçüncü
evrede riti tamamlamış olarak yeniden topluma katılırlar.
Eşik evresi en
ilginç olanıdır.
Durumlar
arasındaki bu evre insanların bir yerden ayrılıp henüz bir başkasına
ulaşamadıkları araftır.
Dinsel
gruplar genellikle kendilerini diğerlerinden ayrı tutmak için eşiksel
özellikleri benimserler.
Alçakgönüllülük,yoksulluk,boyun
eğme,cinsel perhiz ve suskunluk gibi.
Mitoslar,söylenceler
ve halk masalları,kültürel inanç ve değerleri ifadelendirerek toplumun
öğretilmesini istediği normları dile getirmektedirler.
Clifford
Geertz ile Evans-Pritchard gibi 20.yüzyılın önde gelen antropologlarınca da
benimsenmiş yeni perspektif,ilgisini insanlar açısından din hangi anlamları
içermektedir?
ya da
din;dünyayı ve insani varoluşu nasıl anlamlı hâle getirmektedir?gibi sorulara
verilecek muhtemel cevaplar üzerine yoğunlaştırmıştır.
Din
antropolojisinin;Clifford Geertz,Spiro,Vincent Grapanzano,Victor turner,James,
W.Fernandez Sherry Ortner,Mary Douglas,James Boon,Stanley J.Tambiah gibi birçok
önde gelen çağdaş temsilcisi bu dönemde,bilimsel çabalarını ilkel kabile
topluluklarının dinleri yerine Hinduizm,İslam,Budizm ve Hristiyanlık gibi büyük
dünya dinlerinin yerel versiyonlarına ya da dünya dinlerinin Cava,Endonezya
Fas,Sri Lanka,Güney Afrika,Nepal ve Burma gibi görece daha gelişmiş ülkelerdeki
etkisini keşfetmeye hasretmişlerdir.
Aile, evlilik bağı ile bir araya gelmiş erkek ve
kadın arasındaki cinsel ilişkilerin düzenlendiği, neslin devamının sağlandığı,
sosyalleşme süreçlerinin ilk ve etkili birbiçimde uygulandığı,ana-babalar,
çocuklar ve tarafların kan bağı olan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve
toplumsal bir birliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder