2 Aralık 2022 Cuma

 ANTROPOLOJİ VE DİN - 2

 

DİNİN KÖKENLERİNİ AÇIKLAYAN ANTROPOLOJİ KURAMLARI

Din antropolojisinin kurucusu Sir Edward Burnett Tylor,dinîn insanların gündelik deneyimlerine başvurarak açıklayamadıkları koşul ve olayları kavrama çabaları sonucu ortaya çıktığı fikrini savunmaktaydı.

Tylor,rüyaları ve trans hâlini açıklama çabalarının,insanın bedeninde birisi gün boyu etkin olan,diğeri ise (ikiz ya da ruh) uyku ya da trans hâllerinde etkinleşen iki varlığı barındırdığına olan (ruhbeden) inancı kuvvetlendirdiğini ifade etmektedir.

 Bu iki varlık alanı hiçbir zaman karşılaşmamalarına rağmen,birbirleri açısından yaşamsal öneme sahiptirler.

 İkiz (ruh) bedeni sonsuza dek terk ettiğinde,kişi ölüyordu.

Ölüm,ruhun bedenden ayrılmasıydı.

 Tylor bu inancı "animizm" olarak adlandırmaktadır.

Tylor’a göre din eğer,insanların anlamakta ve açıklamakta zorlandıkları durumları aydınlatma çabaları sonucu ortaya çıkmış bir gerçeklik ise,bilim daha iyi açıklamalar sundukça din çöküşe geçecektir.

Dinîn,ilk insanların çevrelerine ve yaşamlarına ilişkin deneyimlerini açıklamak ve anlamlı kılmak gayretleri sonucu ortaya çıktığını ileri süren Frazer da Tylor’un görüşlerine yakın bir noktada,insan toplumlarının entelektüel gelişiminde büyü,din ve bilim olmak üzere üç aşama bulunduğu fikrini paylaşmaktaydı.

 Animizmin ilk din olduğunu iddia eden Tylor’un kuramına rakip bir diğer antropolojik açıklamaya göre ise insanlar,doğaüstünü,belli koşullar altında denetleyebildikleri kişilik dışı bir güç ya da kudret alanı olarak görmektedirler.

İngiliz antropolog R.R.Marett,Animatizm olarak isimlendirilen böylesi bir doğaüstü kavrayıştan bahseden ilk araştırmacı olmuştur.

 Antropolog Bronislaw Malinowski,böylesi bir kavrayışın özellikle Güney Pasifik’in Papua Yeni Gine ve komşu adaları kapsayan bölgesi Melanezya’da yaygın olduğunu gözlemlemişti.

Melanezyalılar evrende var olan kutsal kişilik dışı kuvvet, mana’ya inanıyorlardı.

 Melanezyalılar başarıyı insanların çeşitli yollarla,örneğin büyüyle elde edip kullanabileceği manaya atfetmekteydiler.

 Mana taşıyan nesneler kişinin talihini değiştirebilirdi.

 Örneğin başarılıbir avcıya ait bir muska,avcının manasını,bunu ele geçiren bir başka kişiye aktarabilirdi.(!!!Melanezya manası,insanların olağan doğal terimlerle kavrayamadığı başarıları açıklamaktadır.)

Freud,dinî inancın,insanın çocuksu çaresizliğinden kaynaklanan bir yatkınlığı olarak babaya duyulan özlemi ve çocuksu süper egonun yansımasını içerdiğini düşünmekteydi.

Dinî deneyimlerin psiko-kültürel temelleri hakkında eserler vermiş ve psikoanalitik kuramı geliştirmiş olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog Sigmund Freud,dinîn tarihi gelişiminin başlangıcını,politeizmin ve dinîn en yüksek şekli olan monoteizmin öncüsü olarak totemizm inancında bulmuştur.

Freud,genç erkeklerin babalarına karşı beslemiş oldukları bilinçaltı düşmanlık fikrine Oedipus Kompleksi (karmaşası) adını vermişti.

 O,ilkel göçebe kabilelerde,genç erkeklerin babalarını,onların karılarına sahip olmak için öldürdüklerini ileri sürmektedir.

 Bu teoriye göre,totem bayramı insanın ilk günah duygusunun neşet ettiği korkunç bir olayın anısına yapılmaktaydı.

 :Freud-"Totem ve Tabu" adlı antropolojik bir kitap yazdı

Freud,mantığın cinsel ve saldırgan dürtüler,kitle psikolojisinden kaynaklanan tehlikeler ve bastırılmış sosyal sınıfların meydan okuması tarafından baltalandığını öne sürmektedir.

Freud’a göre,dinî dogmalar,ne kanıtlama ve ne de delillerle çürütmeye açık olamayacak biçimde bir yanılsamayı temsil ederler.

 Öte taraftan Freud,dinîn olmadığı bir dünyada ölümle yüzleşmenin ve kültürel zorlamalara boyun eğmek zorunda kalmasının,insanın çaresizlik ve engellenmişlik duygusunun kıskacı altında ezilmesine neden olacağı düşüncesindeydi.

 Freud,bilimin dinîn alanını küçülttüğünü,fakat kültürün ancak kurumlaşmış dinîn sağladığı katı baskı ve günah tehditleriyle korunabileceğini ileri sürmüştür.

Emile Durkheim,her toplumda kutsalla dünyevi olan arasında bir ayrım yapıldığını kabul eder.

 Freud gibi totemizmin en eski dinsel form olduğunu kabul eder.

 Durkheim,ayrıca dinîn ilkel toplumlardaki işlevinin ritüeller ve kolektif yansıtımlarla topluluk üyeleri arasındaki dayanışmayı geliştirmek ve sosyal bütünleşmeyi sağlamak olduğunu göstermeye çalışmıştır.

 Totemizm,doğayı bir toplum modeli olarak kurgulayan bir dinî inanç istemidir.

 Totemler, genellikle doğanın bir parçası olan hayvanlar ve bitkilerdir.

 Her grup farklı bir toteme sahip olduğundan ortaya çıkan bu toplumsal farklılıklar doğal karşıtlıkları yansıtmaktaydı.

 Totemizm, Avustralya yerlilerinin yaşamında önemli yeri olan bir inanç pratiği idi.

 Her bir kabilede,insan gruplarının tikel totemleri bulunmaktaydı.

 Her bir totem grubunun üyeleri kendilerini totemin soyundan gelme saymaktadırlar.

 Topluluk üyeleri genellikle totemi öldürüp,yemekten sakınırlardı, ancak bu tabu yılda bir kez,insanlar toteme adanmış törenler için bir araya geldiklerinde kaldırılırdı.

 Bu yıllık ritlerin totemin yaşaması ve üremesi için gerekli olduğu düşünülürdü.

 Totemler ortak kimliği simgeleyen kutsal amblemlerdir.

Durkheim için din,toplumun kendisiyle ilgili bilinçlenmesi sonucu oluşan semboller sistemidir.

Durkheim din olgusunu,toplumun kendisine tapınması ve kutsallığın toplumsal kollektivite aracılığıyla ortaya çıkması biçiminde tanımlamaktadır.

Marx,“halkın afyonu” olarak nitelediği dinin,halkı uyuşturan değil,teskin eden ve de sefalet içinde tahribata uğramış yoksul kitleleri rahatlatan,manevi zenginlik vaadi ile insanların dünyaya tahammül etmelerine yardımcı olan bir müsekkin olarak ifa ettiği sosyolojik işlevi göstermek istemiştir.

 Marx,dinî,bu dünyadaki gerçek özgürlüğün yerine öte dünyadaki aldatıcı bir özgürlük vaadi ile,çeşitli toplumsal baskılar altındaki insanların devrimsel potansiyellerini dengelemeye ve kendilerinin hâkimiyetlerini olağanlaştırmaya ve haklı çıkarmaya hizmet eden egemen sınıfın ideolojisinin bir ürünü olarak tanımlamıştır.

Malinowksi,din ve büyünün,gerilim ile baş edebilmek için ruhsal kaçışlar sağlayarak,psiko-kültürel açıdan insanların kaygılarını giderici işlevleri nasıl yerine getirdiğini Papua Yeni Gine’de bulunan Trobriand adalarında yaşayan yerliler üzerinde gerçekleştirdiği antropolojik gözlemler ile keşfetmeye çalışmıştır.

Örneğin,doğaüstü inanç ve pratikler,kaygıyı gidermeye yardımcı olmaktadır.

 Büyü teknikleri,insanların zihinlerinde ortaya çıkan kuşkuları dağıtabilir.

 Benzer biçimde din de insanların ölümle yüz yüze gelmesini ve yaşam buhranlarına dayanabilmesini sağlar.

Malinowski, Trobriand yerlilerinin,denize açıldıkları zaman büyüye başvurduklarını gözlemlemişti.

 Ona göre bu insanlar rüzgâr,hava ve balık miktarını denetleyemedikleri için büyüye başvurmaktadırlar.

Malinowski,kabile dinlerinin;doğum,ergenlik,evlilik ve ölüm gibi yaşam evrelerine geçişlerle ilintili bazı ritüelleri barındırdıkları ve dolayısıyla dinlerin bu ritlerle bağıntılı olarak değerlendirilmesi gerektiğini de ifade etmektedir.

 Geçiş riti;yer,toplumsal konum ya da yaş statülerindeki değişiklikleri kapsamaktadır.

Tüm geçiş ritleri üç evrelidir:ayrılma,eşik ve bütünleşme.

 Birinci evrede insanlar gruptan ayrılarak bir yer ya da statüden öbürüne doğru hareket ederler.

 Üçüncü evrede riti tamamlamış olarak yeniden topluma katılırlar.

Eşik evresi en ilginç olanıdır.

 Durumlar arasındaki bu evre insanların bir yerden ayrılıp henüz bir başkasına ulaşamadıkları araftır.

 Dinsel gruplar genellikle kendilerini diğerlerinden ayrı tutmak için eşiksel özellikleri benimserler.

 Alçakgönüllülük,yoksulluk,boyun eğme,cinsel perhiz ve suskunluk gibi.

Mitoslar,söylenceler ve halk masalları,kültürel inanç ve değerleri ifadelendirerek toplumun öğretilmesini istediği normları dile getirmektedirler.

 Clifford Geertz ile Evans-Pritchard gibi 20.yüzyılın önde gelen antropologlarınca da benimsenmiş yeni perspektif,ilgisini insanlar açısından din hangi anlamları içermektedir?

 ya da din;dünyayı ve insani varoluşu nasıl anlamlı hâle getirmektedir?gibi sorulara verilecek muhtemel cevaplar üzerine yoğunlaştırmıştır.

Din antropolojisinin;Clifford Geertz,Spiro,Vincent Grapanzano,Victor turner,James, W.Fernandez Sherry Ortner,Mary Douglas,James Boon,Stanley J.Tambiah gibi birçok önde gelen çağdaş temsilcisi bu dönemde,bilimsel çabalarını ilkel kabile topluluklarının dinleri yerine Hinduizm,İslam,Budizm ve Hristiyanlık gibi büyük dünya dinlerinin yerel versiyonlarına ya da dünya dinlerinin Cava,Endonezya Fas,Sri Lanka,Güney Afrika,Nepal ve Burma gibi görece daha gelişmiş ülkelerdeki etkisini keşfetmeye hasretmişlerdir.

 Aile, evlilik bağı ile bir araya gelmiş erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkilerin düzenlendiği, neslin devamının sağlandığı, sosyalleşme süreçlerinin ilk ve etkili birbiçimde uygulandığı,ana-babalar, çocuklar ve tarafların kan bağı olan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birliktir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...