ANTROPOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Antropoloji
bilimi, her zaman daha geçerli ve güvenilir cevaplara ulaşmayı
hedeflemiş kişilerin çalışmaları sayesinde, insanlık tarihi boyunca, farklı
bilim dalları gelişme göstermiştir.
Antropoloji,
insanın incelenmesidir.
Antropoloji
insanın niteliğine ilişkin daha çok bilgiyi gün yüzüne çıkarmaya çalışan ve
insanlar ve davranışları hakkında genellemeler üretmeye ve insan çeşitliliğini
anlamaya çalışan insan bilimidir.
**Antropoloji,
insana çeşitli açılardan bütüncül bakan bir bilimdir.
Bu geniş
inceleme alanı bir yandan antropolojiyi diğer bilimlerden ayırt eder, diğer
yandan da onlara bağımlı kılar.
Örneğin
antropoloji fosil incelemelerinde fizik, kimya ve jeolojinin tekniklerinden
yararlanır.
İnsan
kalıntıları genellikle bitki ve hayvan kalıntılarıyla birlikte bulunduğundan
antropologlar botanist, zoolog ve paleontologlarla iş birliği yaparlar.
**“Irk”ın
her şeyi belirlediği görüşüne karşı olan bir tezi savunan antropoloji,
insanoğlunun tüm yaşantısını bir bütün olarak açıklamaya çalışan tek bilimsel
disiplindir.
**Antropoloji
kavramının bilimsel bir disipline işaret edecek biçimdeki ilk kullanımı, 16.
yüzyılda gerçekleşmiştir.
**Yükseköğretimde
antropolojinin ders olarak okutulmaya başlandığı ilk üniversite
Amerika’daki Rochester Üniversitesi’dir.
Burada 1879
yılında antropoloji öğretimine başlanmıştır.
1906
yılında ise ilk kez İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde ayrı bir kürsü olarak
kurulan antropoloji bölümü kültürel antropoloji ve fiziki antropoloji olmak
üzere iki alt disipline ayrılmıştır.
Kültürel
antropoloji içinde ise dört ana dal belirlenmiştir, bunlar; arkeoloji,
teknoloji, etnoloji ve sosyolojidir.
**Okuryazar
olmayan halkların betimleyici anlatılarının etnografya, bunların
tarihlerini kurgulama çabalarının etnoloji ve arkeoloji,
ilkel toplumların kurumlarının karşılaştırmalı incelemelerinin ise sosyal
antropolojinin konusu olması gerektiği yönünde ortak bir karar almışlardır.
**Antropolojinin
bilim olma sürecinin tarihsel temellerini ortaya koyarken, bu aşamada, batılı
toplumların kendi tarihsel ve toplumsal koşullarında ortaya çıkan düşünce
geleneğinin kritik üç ana evresini belirlemenin isabetli olacağı
düşünülmektedir.
Bu ana
evreler:
&-Eski
Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi,
&-Ortaçağ Avrupa Düşüncesi
&-Coğrafi
Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazınıdır
Eski Yunan ve
Roma (Antikite) Düşüncesi
Antik
Yunan medeniyetinin ilk filozofları; Thales, Anaximandros, Empedocles ve
Democritos kainat ve insanın oluşumuna ait sorular sorup yanıtlar
aramışlar.
Socrates’ten
önce yaşamış olan bu filozoflar batılı düşünce geleneğinin maddeci-evrimsel
kanadının da ilk temsilcileriydiler.
**Antropoloji
biliminin tarihsel olarak en çok ilişkilendirildiği filozof Heredotos’tur.
Pek çok
diyarı gezen Heredot insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları, iklim,
coğrafi koşular ve başka doğal nedenlerle açıklama eğilimindedir.
*Sofizm
düşüncesi dönemin öne çıkan paradigması idi.
Sofistlere
göre yeryüzünde pratik beceriler ve toplumsal etkinlikler,nesnel bilgi ve
mutlak hakikat arayışından çok daha önemliydi.
Sofist
Protogaras, insan davranışının tanrıların değil yaşam koşularının etkisi
altında geliştiğini ve dolayısıyla da davranışın kültürel bir dayanağı olduğunu
öne sürerken kültürel görecelilik fikrinin de ilk habercisi olmaktaydı.
**Sofizmin
bu yaklaşımı karşısında Socrates evrenselci bir
yaklaşımla antropolojinin psişik birlik savına yaklaşan bir duruşu
benimsemekteydi.
Socrates’e göre
kavraması ve ifade edilmesi güç de olsa evrensel değerler mevcuttur.
**İnsanların
doğaları itibariyle toplumsal olduklarını söyleyen Aristoteles ise
toplumun zaman içerisinde değiştiğini kabul etmekle birlikte evrensel, aşkın
bir kâinat varsayımını benimsemeyerek daha pozitivist bir yaklaşımı temsil
etmekteydi.
Ortaçağ Avrupa
Düşüncesi
Ortaçağ
Avrupa düşüncesine damgasını vuran en önemli tarihi şahsiyet
psikopos Aziz Augustinus’tur.
Augustinus,
Tanrı’nın yetkin, insanın ise doğası itibariyle günahkâr olduğunu
vurgulamıştır.
Ona göre Kozmos
(kainat) ve insan uyum içinde değildir.
İnsanların,
kozmosu ya da onun yaratıcısı kadir-i mutlak, bilinemez Tanrı’yı
incelemesi nafile bir çabaydı.
İnsanın
bilmesi ve yapması gereken her şey, Kutsal Kitap’ta yazılıydı.
Aziz Augustinus
aynı zamanda devinimsel değil doğrusal, ulusal değil evrensel bir tarih
fikrinin doğmasında öncü bir role sahiptir.
***İslam
düşünce geleneği içinde antropoloji bilimi açısından en kayda değer çalışmaları
bulunan düşünür hiç kuşkusuz ki İbn-i Haldun’dur.
Mukaddime adlı ünlü eserinde İbn-i Haldun kültürel farklılıkları, bölgesel iklim
koşulları ve toplumsal üretim/geçim tarzlarının farklı olmasına bağlamıştır.
***Roma Katolik
kilisesinin dünya görüşünü temsil eden en derli toplu kutsal metin Thomas
Aquinas’ın kaleme aldığı Summa Theologica adlı
eserdir.
Bu eser
Augustinus düşüncesinden bir kopuşu temsil etmekteydi.
Coğrafi
Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazını
Batı
Avrupalıların 16. yüzyıldan itibaren Avrupa dışına yönelmelerine yol açan sömürgecilik faaliyetleri
ve bununla ilgili olarak gerçekleşen coğrafi keşifler neticesinde
gelişen yazın (literatür), antropolojinin akademik bir disiplin hâline
kavuşmasındaki en önemli faktör olmuştur.
***15. yüzyıl
başlarında denizci Henry’nin Afrika’nın batı kıyılarına ulaşması, Christoph
Colombe’un Amerika kıtasına yaptığı yolculuklar, Vasco De Gama’nın
Afrika’nın güney ucunu dolaşarak Hint alt kıtasına ulaşması, Ferdinand
agellan’ın dünyanın çevresini dolaşması gibi yolculuklar Avrupalıları,
antropologların daha sonraki dönemlerde inceleyeceği halklarla temasa
geçmelerini sağlamıştır.
***Batı
düşüncesindeki dönüm noktaları göz önüne alındığında, antropoloji
biliminin Avrupalılara özgü keşif, sömürgecilik ve doğal bilimin kesişmesinden
doğmuş olduğu anlaşılmaktadır.
**Edward
Tylor ve Lewis Henry Morgan gibi ilk antropologlar,
yazı sistemlerinden evlilik uygulamalarına, evlilik uygulamalarının en ilkel
kökenlerinden en modern biçimlerine kadar uzanan kültür ve toplumla ilgili
birçok konuyu ele alan etkili eserler yazmıştırlar.
***Yirminci
yüzyılın başlarında antropoloji tipik olarak küçük boyutlu teknolojik açıdan
basit toplumlarla ilgileniyordu.
Yirminci
yüzyılın ikinci yarısında hâkim olan antropolojik bakış açısı, kendisini fiziki
bilimler geleneğini izleyen bir bilim olarak görmekten uzaklaşarak daha
açıklayıcı daha insan merkezli bir yaklaşımı benimsemiştir.
***Antropolojinin
geleneksel konusu Batılı olmayan halklar ve bunlar arasında da özellikle Batı
dünyasının sömürgecilik vasıtasıyla süreklilik arz eden, kalıcı ilişkiler
geliştirmeyi hedeflediği ilkel, yazısız, devlet teşkilatına sahip olmayan
kabile toplumlarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder