9 Ekim 2022 Pazar

ANTROPOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

 

 Antropoloji bilimi, her zaman daha geçerli ve güvenilir cevaplara   ulaşmayı hedeflemiş kişilerin çalışmaları sayesinde, insanlık tarihi boyunca, farklı bilim dalları gelişme göstermiştir.

  Antropoloji, insanın incelenmesidir.

  Antropoloji insanın niteliğine ilişkin daha çok bilgiyi gün yüzüne çıkarmaya çalışan ve insanlar ve davranışları hakkında genellemeler üretmeye ve insan çeşitliliğini anlamaya çalışan insan bilimidir.

 **Antropoloji, insana çeşitli açılardan bütüncül bakan bir bilimdir.

 Bu geniş inceleme alanı bir yandan antropolojiyi diğer bilimlerden ayırt eder, diğer yandan da onlara bağımlı kılar.

 Örneğin antropoloji fosil incelemelerinde fizik, kimya ve jeolojinin tekniklerinden yararlanır.

 İnsan kalıntıları genellikle bitki ve hayvan kalıntılarıyla birlikte bulunduğundan antropologlar botanist, zoolog ve paleontologlarla iş birliği yaparlar.

 **“Irk”ın her şeyi belirlediği görüşüne karşı olan bir tezi savunan antropoloji, insanoğlunun tüm yaşantısını bir bütün olarak açıklamaya çalışan tek bilimsel disiplindir.

 **Antropoloji kavramının bilimsel bir disipline işaret edecek biçimdeki ilk kullanımı, 16. yüzyılda gerçekleşmiştir.

 **Yükseköğretimde antropolojinin ders olarak okutulmaya başlandığı  ilk üniversite Amerika’daki Rochester Üniversitesi’dir.

Burada 1879 yılında antropoloji öğretimine başlanmıştır.

 1906 yılında ise ilk kez İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde ayrı bir kürsü olarak kurulan antropoloji bölümü kültürel antropoloji ve fiziki antropoloji olmak üzere iki alt disipline ayrılmıştır.

 Kültürel antropoloji içinde ise dört ana dal belirlenmiştir, bunlar; arkeoloji, teknoloji, etnoloji ve sosyolojidir.

 **Okuryazar olmayan halkların betimleyici anlatılarının etnografya, bunların tarihlerini kurgulama çabalarının etnoloji ve arkeoloji, ilkel toplumların kurumlarının karşılaştırmalı incelemelerinin ise  sosyal antropolojinin konusu olması gerektiği yönünde ortak bir karar almışlardır.

 **Antropolojinin bilim olma sürecinin tarihsel temellerini ortaya koyarken, bu aşamada, batılı toplumların kendi tarihsel ve toplumsal koşullarında ortaya çıkan düşünce geleneğinin kritik üç ana evresini belirlemenin isabetli olacağı düşünülmektedir.

 Bu ana evreler:

&-Eski Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi,

 &-Ortaçağ Avrupa Düşüncesi

&-Coğrafi Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazınıdır

Eski Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi

 Antik Yunan medeniyetinin ilk filozofları; Thales, Anaximandros, Empedocles ve Democritos kainat ve insanın oluşumuna ait sorular sorup yanıtlar aramışlar.

 Socrates’ten önce yaşamış olan bu filozoflar batılı düşünce geleneğinin maddeci-evrimsel kanadının da ilk temsilcileriydiler.

 **Antropoloji biliminin tarihsel olarak en çok ilişkilendirildiği filozof Heredotos’tur.

 Pek çok diyarı gezen Heredot insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları, iklim, coğrafi koşular ve başka doğal nedenlerle açıklama eğilimindedir.

 *Sofizm düşüncesi dönemin öne çıkan paradigması idi.

 Sofistlere göre yeryüzünde pratik beceriler ve toplumsal etkinlikler,nesnel bilgi ve mutlak hakikat arayışından çok daha önemliydi.

 Sofist Protogaras, insan davranışının tanrıların değil yaşam koşularının etkisi altında geliştiğini ve dolayısıyla da davranışın kültürel bir dayanağı olduğunu öne sürerken kültürel görecelilik fikrinin de ilk habercisi olmaktaydı.

 **Sofizmin bu yaklaşımı karşısında Socrates evrenselci bir yaklaşımla antropolojinin psişik birlik savına yaklaşan bir duruşu benimsemekteydi.

Socrates’e göre kavraması ve ifade edilmesi güç de olsa  evrensel değerler mevcuttur.

 **İnsanların doğaları itibariyle toplumsal olduklarını söyleyen  Aristoteles ise toplumun zaman içerisinde değiştiğini kabul etmekle birlikte evrensel, aşkın bir kâinat varsayımını benimsemeyerek daha pozitivist bir yaklaşımı temsil etmekteydi.

 

Ortaçağ Avrupa Düşüncesi

 Ortaçağ Avrupa düşüncesine damgasını vuran en önemli  tarihi şahsiyet psikopos Aziz Augustinus’tur.

 Augustinus, Tanrı’nın yetkin, insanın ise doğası itibariyle günahkâr olduğunu vurgulamıştır.

Ona göre Kozmos (kainat) ve insan uyum içinde değildir.

İnsanların, kozmosu ya da onun yaratıcısı kadir-i mutlak, bilinemez Tanrı’yı incelemesi nafile bir çabaydı.

 İnsanın bilmesi ve yapması gereken her şey, Kutsal Kitap’ta yazılıydı.

Aziz Augustinus aynı zamanda devinimsel değil doğrusal, ulusal değil evrensel bir tarih fikrinin doğmasında öncü bir role sahiptir.

 ***İslam düşünce geleneği içinde antropoloji bilimi açısından en kayda değer çalışmaları bulunan düşünür hiç kuşkusuz ki İbn-i Haldun’dur.

Mukaddime adlı ünlü eserinde İbn-i Haldun kültürel farklılıkları, bölgesel iklim koşulları ve toplumsal üretim/geçim tarzlarının farklı olmasına bağlamıştır.

***Roma Katolik kilisesinin dünya görüşünü temsil eden en derli toplu kutsal metin Thomas Aquinas’ın kaleme aldığı Summa Theologica adlı eserdir.

 Bu eser Augustinus düşüncesinden bir kopuşu temsil etmekteydi.

 

Coğrafi Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazını

 Batı Avrupalıların 16. yüzyıldan itibaren Avrupa dışına yönelmelerine yol açan sömürgecilik faaliyetleri ve bununla ilgili olarak gerçekleşen coğrafi keşifler neticesinde gelişen yazın (literatür), antropolojinin akademik bir disiplin hâline kavuşmasındaki en önemli faktör olmuştur.

***15. yüzyıl başlarında denizci Henry’nin Afrika’nın batı kıyılarına ulaşması, Christoph Colombe’un Amerika kıtasına yaptığı yolculuklar, Vasco De Gama’nın Afrika’nın güney ucunu dolaşarak Hint alt kıtasına ulaşması, Ferdinand agellan’ın dünyanın çevresini dolaşması gibi yolculuklar Avrupalıları, antropologların daha sonraki dönemlerde inceleyeceği halklarla temasa geçmelerini sağlamıştır.

  ***Batı düşüncesindeki dönüm noktaları göz önüne alındığında, antropoloji biliminin Avrupalılara özgü keşif, sömürgecilik ve doğal bilimin kesişmesinden doğmuş olduğu anlaşılmaktadır.

**Edward Tylor ve Lewis Henry Morgan gibi ilk antropologlar, yazı sistemlerinden evlilik uygulamalarına, evlilik uygulamalarının en ilkel kökenlerinden en modern biçimlerine kadar uzanan kültür ve toplumla ilgili birçok konuyu ele alan etkili eserler yazmıştırlar.

***Yirminci yüzyılın başlarında antropoloji tipik olarak küçük boyutlu teknolojik açıdan basit toplumlarla ilgileniyordu.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında hâkim olan antropolojik bakış açısı, kendisini fiziki bilimler geleneğini izleyen bir bilim olarak görmekten uzaklaşarak daha açıklayıcı daha insan merkezli bir yaklaşımı benimsemiştir.

 ***Antropolojinin geleneksel konusu Batılı olmayan halklar ve bunlar arasında da özellikle Batı dünyasının sömürgecilik vasıtasıyla süreklilik arz eden, kalıcı ilişkiler geliştirmeyi hedeflediği ilkel, yazısız, devlet teşkilatına sahip olmayan kabile toplumlarıdır.

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...