ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 8
Robinson Crusoe ve yeni-Robinsonculuk
Daniel Dafeo 1719'da yayınlanan Robinson Crusoe
romanıyla, yalnızca İngiltere'nin ilk romanını değil, burjuva
ideolojisinin -günümüze kadar yüzyılların eskitemediği- en genetik
fantezisini yarattı.
Öylesine kült bir sembol ki, 300 yıl sonra bugün bile, dünyanın
herhangi bir ülkesindeki hemen herkes, Robinson Crusoe'yu, daha
çocukluğundan itibaren bilir.
Bir mitoloji tanımına uygun olarak, Dafeo'nun orijinal romanını okumadan
bilir. Sayısız öykü, masal, oyun, çizgi roman, karikatür, film,
dizi, bilim-kurgu versiyonundan bilir.
Çeşitli yazılarda, ekonomik-siyasal tartışmalarda, günlük
medyada, günlük sohbetlerde halen ona yapılan atıflardan bilir.
Bilmekle kalmaz, gündelik yaşamında farkında bile olmadan Robinson'u
oynar ve yeniden üretir.
Marx'ın Grundrisse'de söylediği, tüm bir 20. yüzyıl ve günümüz için
de geçerlidir: Bugüne kadar kapitalizmin her yeni dönemi, Robinsonculuk
hayalini paylaşır ve yeniden üretir.
Bir tür yeni-robinsonculuk, neoliberalizmin de çıkış noktalarından ve
yapıtaşlarından biridir.
Robinson Crusoe, 1719'da ilk basımından sonraki 4 ayda 7 baskı yaptı.
Sonra 3 ayrı yayınevi tarafından basılmaya başlandı.
19. yüzyılın sonuna kadar İngilizce'de en az 200 baskısı,110 çevirisi, 115
uyarlaması, 277 taklidi ve farklı versiyonu yayınlanmıştı.
İngiltere'de -ve hızla Avrupa ve ABD'de- okulların ve erkek
çocukların başucu kitabı haline geldi.
İngiliz donanma erlerinin, Robinson idolüyle
yetişmesinin, İngiltere'nin "üzerinde güneş batmayan" en büyük
sömürge imparatorluğu haline gelmesinde bir rolü olduğu söylenir.
Avrupa'da ise 19. yüzyılın sonuna kadar Robinsonculuk yazını (Robinsonades)
çerçevesinde, 700'den fazla kitap yayınlandı.
18. ve 19. yüzyılda, Robinsonculuk yazını Avrupa çapında en popüler
burjuva akımdı.
Yükselen burjuvazi her ülkede kendi "milli Robinson" idollerini
yaratmaya çalıştı.
Robinsonculuk, bir edebi akım olmaktan çok, burjuvaziye tarih ve
toplumdan soyutlanmış "insan doğası", "doğal birey",
"varolma savaşımı", "bireylerin özel çıkarlarını en çoklaştırma
mücadelesi", "bireysel özgürlük", "akılcılık",
"doğaya mutlak egemenlik", "toplum sözleşmesi"
gibi soyut önvarsayımlarına uygun bir fantazi laboratuarı olarak hizmet
etti.
Burjuva ideolojisinin çıkış noktası olarak tarih ve toplum ötesi,
soyut, özgür ve akılcı birey ve diğer burjuva önvarsayımları, Dafeo'nun
keşfi değildi.
Fakat Robinson Crusoe, bunlara en uygun bir hayali realizasyon çerçevesi
yaratarak, kapitalizmin en karakteristik mitolojisi haline geldi.
O, kapitalizmin "ideal ifadesi", "ideal türetilişi",
"ideal kanıtı", "ölümsüz ilkesi ve yasası", ezeli ve
ebedi doğallaştırılmasıydı.
Öyle ki, en ağır başlı iktisadi, sosyal, siyasal, felsefi, dini,
antropolojik konuları bile "18. yüzyıl Robinsoncularının dar kafalı
fantazileri" (Marx, Grundrisse) üzerinden, ya da ona atıflarla
tartışmak bir entelektüel adet oldu.
Robinsonculuk, Proudhon gibi, kapitalizmin ideal ifadesini gerçek
işleyişine karşı nafile biçimde realize etmeye çalışan hemen her türlü küçük
burjuva romantik, liberal, anarşist, ütopik akımın da bir parçasıydı.
Marx ve Engels de Robinson dogmasına ilgisiz kalmadılar.
Onun en sert, acımasız ve alaycı eleştirel analizlerini, burjuva iktisat ve
ideolojisinin - ve Proudhon ve Duhring gibi sol versiyonlarının-
deşifrasyonunda kullandılar. Marx Kapital'in ön çalışması olan Grundrisse
defterlerine, doğrudan,
"18. yüzyıl Robinsonculuğunun dar kafalı fantazisinin modern
ekonominin orta yerine ciddi ciddi çekilip çıkarılması"nın sert
eleştirisiyle başlar.
Dafeo'nun klasik Robinson Crusoe'sunu, 18. yüzyılın irili ufaklı
Robinsoncularını romantik ve şairene bir doğaya dönüş nostaljisinden
ziyade, "16. yüzyıldan beri hazırlanmakta olup 18. yüzyılda olgunluğa
doğru dev adımlar atan burjuva toplumunu önceden haber verilmesi"
olarak değerlendirir.
Klasik Robinson, feodal bağımlılık ilişkilerinden çözülerek serbest
rekabet toplumuna; merkantilist ilkel birikim sürecinden modern
kapitalizme doğru geçiş sürecinde olan, ve 16. yüzyıldan itibaren gelişen
yeni üretici güçlerin ifadesi olan erken 18. yüzyıl bireyinin ifadesidir.
Bu yüzden, klasik Robinsonculuğun bayağılığına karşın 18. yüzyıl tipleri
için tarihsel "bir anlam ve mantığı" olduğunu belirtir.
Gerçekten, klasik Robinson Crusoe, bir yandan tarih ve toplum dışı, yalıtık, tek
başına üretim yapan "özgür ve akılcı" birey fantazisini
üretirken, diğer yandan bu görüngüyü ortaya çıkartan tarihsel süreçler
(ilkel birikim, kölecilik, sömürgecilik, feodal ilişkilerin çözülmesi, rasyonal
üretim tekniklerinin gelişmesi, doğaya egemenlik, vd) hakkında oldukça açık
sözlüdür.
Klasik Robinsonculukta, tarihsel gerçekçilik ile soyut fantazi iç
içedir.
Sonrasında ise, Robinson'un, sanki kanlı ilkel birikim
süreçlerinin (köylüleri zorla mülksüzleştirme, kölecilik, sömürgecilik, iç
ve sömürgeci dış pazarların oluşturulması, kapitalist manifaktür ve
çiftçinin ortaya çıkması) ve feodalizmin çözülmesi, serbest ticaret
kapitalizminin gelişimi tarihinin bir sonucu değil de, tarihin ezeli
hareket noktasıymış gibi, ölümsüz "insan doğası"nın temsilcisi
ve tarih ve toplum ötesi "ideal bir varlık"mış gibi mitleştirildi.
Kapitalist piyasanın gelişiminin ortaya çıkardığı soyut ve yüzeysel bir
görüngüden başka bir şey olmayan "özgür ve akılcı" yalıtık birey
fantazisi, kapitalist ekonominin en temel önvarsayımı, ilkesi ve ölümsüz bir
doğa yasasıymış gibi merkezine yerleştirildi.
"Bugüne kadar her yeni dönem bu hayali paylaştı." (Marx,
Grundrisse)
Gerçekten de, Robinson Crusoe'nun yayınlanmasından 260 yıl
sonra, "toplum diye bir şey yoktur, yalnızca bireyler vardır"
dogması, neoliberalizmin de temel çıkış noktasıydı.
Marx, burjuva iktisatçı ve ideologların, -gerçekte burjuva toplum
bireyinin kendiliğinden bilincine de böyle yansıyan- "eşitlik,
özgürlük, ve tabii ki Robinson" gibi soyut-fetişist algı ve
önvarsayımlarının, bizzat kapitalist toplumsal üretim ve mübadele ilişkileri
tarafından ve bu ilişkilerin soyut, yüzeysel, ters yüz görüngü ve algısı olarak
durmaksızın nasıl yeniden üretildiğini gösterecektir.
Dolayısıyla sorun Robinson'un bencil birey vb olarak basit ahlaki
eleştirisi değil, bayağı Robinsonculuk fantazisini 300 yıldır yeniden üreten
kapitalist toplumsal ilişkilerdeki köklerinden köktenci eleştirisidir. Yoksa
300 yıl sonra bile Fukuyama, Jared Diamond veya Bookchin tarzı yeni-proudhoncuların yeni-robinsonculuğundan
kurtuluş yoktur!
Robinson mitolojisi, burjuvazinin Avrupa'da 1848 devrimlerinden
sonra bilimsel ekonomi-politiği tümüyle terkedip bayağılaştıran marjinal
fayda iktisadına sarılmasında kritik bir rol oynadı.
Bastiat ve Casey bayağılaşan burjuva iktisadını Robinson
fantazisine referansla yeniden kurdular.
"İster büyük insan kitlelerine, ister iki bireye, hatta isterse
yalıtık çevre koşullarında yaşayan tek bir bireye uygulansın, diyordu Bastiat,
ekonomik yasalar aynı ilkeye göre işler."
Modern ekonomik koşulların Robinson'un adası üzerinden analiz edilemeyecek
kadar karmaşık olduğu eleştirisi getirenlere de, "ekonomik yasaların esas
doğası değişmez" diye yanıt veriyordu.
Bu, "insanın ve ekonomik yasaların esas doğası Robinsonculuktur"
demeye gelir.
Marjinal fayda kuramı, bilimsel emek-değer kuramını tümüyle inkar
eder.
Farklı nitelikteki ürünlerin, üretimlerinde harcanan emek miktarı açısından
değil faydaları açısından birbiriyle niceliksel olarak karşılaştırılabileceğini
iddia eder. Bunun için de apriori bir insan doğası varsaymak zorundadır.
İnsan doğası, Marksist kuramda insanların maddi yaşamlarını üretirken
birbiriyle girdikleri üretim ilişkileri çerçevesinde şekillenen ve yeniden
şekillenen, yani açıklanan iken, marjinal fayda kuramında, kendinden menkul
olarak, her şeyi açıkladığı varsayılandır.
Böylelikle her şey, belli koşullarda üretilebilecek olanlarla, bunlara olan
talebin belirleyiciliği (talebin az ya da çok olması) arasındaki ilişkiye
indirgenir.
İnsanlar arasındaki gerçek toplumsal üretim ilişkileri yerine, şeyler
arasındaki (insan doğasına göre bunlara ihtiyacın az ya da çok olması
açısından) ilişkiler ya da insanlarla şeyler arasındaki ilişkiler geçirilmiş
olur.
"... insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişki, onların
gözünde, şeyler arasında düşsel bir ilişki biçimine bürünüyor...
Genel kural olarak, kullanılır mallar, yalnızca, işlerini
birbirlerinden bağımsız olarak yürüten özel bireylerin ya da birey
gruplarının emeklerinin ürünleri olduğu için meta haline geliyorlar.
Üreticiler ürünlerini değişinceye kadar, birbirleri ile toplumsal temasa
gelmedikleri için, her üreticinin emeğinin özgül toplumsal niteliği, kendisini
ancak değişim işinde ortaya koyar.
Başka bir deyişle, bireyin emeği, toplum emeğinin bir parçası
olarak, kendisini, ancak, doğrudan doğruya ürünler arasında, ve dolaylı olarak
bunlar aracılığıyla üreticiler arasında kurulmuş değişim eylemi olan ilişkiler
aracılığıyla açığa vurur. Bunun için, bir bireyin emeğini öteki üreticilerin
emeklerine bağlayan ilişkiler, üreticilere, aslında olduğu gibi, çalışan
bireyler arasında doğrudan toplumsal bir ilişki olarak değil, tersine,
kişiler arasında maddi ilişkiler ve şeyler arasında toplumsal
ilişkiler olarak görünür."
Böylece Robinsonculuğun, yani burjuva ideolojisinin özü ve ruhu
olarak "yalıtık birey" önvarsayımının, meta fetişizminin diğer adı
olduğunu görürüz.
Robinson'un tarih ve toplum ötesi soyut bir birey olarak, ıssız
adacığında, gemi enkazından kurtardığı bir kaç eşya, bireysel emeği ve
zekası ile, neyi ne kadar üreteceği, bu ürünlerin ona getireceği fayda
açısından biriyle kıyaslanmasıyla hesaplanır görünür, ve marjinal fayda
kuramına, idealist/ütopik bir model oluşturur.
Çünkü Robinson, aslen piyasanın "özgür ve akılcı" yalıtık birey
fetişi olmasına karşın, ıssız adasında tek başına ürettiği ve tükettiği ürünler
meta değil kullanım değeri olduğundan, kolayca "marjinal-fayda"
kuramına havale edilebilir. Böylece arka plandaki piyasa ve mübadele değeri,
kullanım değerine katıştırılarak, Robinsoncu "insan doğası" ile
birlikte ezeli ve ebedi ilan edilir.
İşin tüm sırrı, üretimin toplumsal değil yalıtık birey tarafından yapılıyor
görünmesidir. Yalıtık birey, zaten öyle göründüğü burjuva toplumuna yeniden
taşındığında, ki zaten onun bu yüzeysel piyasacı dış görünümünden
alınmıştır, toplumsal ilişkiler, birbiriyle kendi özel çıkarlarını en
çoklaştırma rekabeti içinde görünen serbest (atomize) bireylere, ve bunlar
arasındaki, arz/talep sorununa, yani piyasaya indirgenmiş olur.
Üretimin tarih ve toplumdan soyutlanmış basit bir teknik süreç gibi
görünmesi, kapitalizme özgüdür.
Kapitalist üretimin piyasa ile dolayımlanması ve
perdelenmesinden; dolayısıyla bireyin toplumu kendine dışsal olarak
algılaması ve onunla bağını ancak piyasa yoluyla kurabilmesinden kaynaklanır.
Üretimin toplumsal niteliğinin en gelişmiş olduğu, ama bu toplumsallaşmanın
ancak işbölümü ve mübadele dolayımı ile realize edilebildiği kapitalizmde,
bireyler de her biri kendi ıssız adasında (gerçek toplumsal varoluş biçim ve
ilişkilerine, toplumsal emek ve ihtiyaçlara, birbirlerine dışsal ve
yabancılaşmış) yaşayan Robinson Crusoe'lar gibi görünür.
Robinson gerçekte kapitalizmin, kendi toplumsal emek ve varoluşuna ne
kadar yabancılaşmışsa o kadar ideal görünen her günkü bireyciğidir.
Üretim, üretimin toplumsal ilişkilerinden bir kez
soyutlanınca, toplumsal sorun ve çelişkiler de üretimin dışına, "dış
mihraklara", beceriksiz ya da kötü yöneticilere, psikolojik
faktörlere havale edilmiş olur.
Toplumsal sorun ve çelişkileri durmaksızın ve derinleştirerek yeniden
üreten sınıfsal üretim ilişkileri hasıraltı edilince, geriye yalnızca
sonuçlarını nafile biçimde "düzeltme" çabası kalır.
Üretimin tarihsel-toplumsal niteliğinden soyutlanıp basit bir teknik
sürece indirgenmesi, diğer taraftan, üretim tarzları arasındaki
tarihsel-toplumsal farkları, kapitalist üretim tarzının özgüllüğünü, içindeki
uzlaşmaz sınıfsal-toplumsal çelişkilerin gelişimini, tarihsel göreliliğini de
gözlerden siler.
Ezeli ve ebedi bir sistemmiş gibi doğallaştırır.
"Amaç, gerçekte, üretimi, bölüşümden ayrıymış, tarihten bağımsız
ebedi doğa yasalarıyla yönetiliyormuş gibi sunmaktır, ki fırsattan
istifade, üzerlerinde soyutta toplumun kurulu olduğu karşı gelinmez doğa
yasaları kılığında burjuva ilişkileri yavaşça araya sokulsun.
Bütün davanın az ya da çok bilinçli amacı budur, ortak birtakım nitelikler
bulup çıkarmanın, tüm tarihi farkları genel insani yasalar (insan
doğası-bn) altında birbirine karıştırıp yoketmenin mümkün olduğu ilk bakışta
bellidir herhalde." (Marx, Grundrisse)
Hamasi algı ve yöntem, ister Bastiat, Casey ve Proudhon, ister
Fukuyama, Jared Diamond, ister Bookchin olsun hep aynıdır:
Kapitalist toplumsal ilişkilerin şu veya bu yüzeysel görüngüleri soyutlanıp
doğaya, tarih öncesi çağlara veya ıssız adaya düşmüş kazazedenin varolma
savaşına maledilir; sonra dönüp ekonominin ölümsüz ilke ve yasaları olarak ilan
edilir.
İnsan doğası, varolma savaşımı, mübadele, rekabet, işbölümü, özel
mülkiyet, piyasa, herkesin özel çıkarlarını en çoklaştırma mücadelesi, toplum
sözleşmesi, bunları güvenceye alıp verimliliğini artıracak türden devlet ve
yasalar, ve tabii hepsinin çıkış noktası ve hepsinin kendisinden türetildiği,
tarih ve toplum ötesi "özgür ve akılcı" birey önvarsayımı, yani ıssız
adasında yüksek donanımlı kahramanımız Robinson, bunlar arasındadır.
"19. yüzyılın sahte-bilimin bir aracı Robinsonculuk olarak
bilinir;
tam gelişmiş modern bireyi kurgusal bir "doğa durumu"na
yerleştirilir, ve sonra modern toplumun bütünüyle bu Robinson Crusoe
tarafından yaratıldığı gösterilir.
Bu tam da Fukuyama'nın yaptığı şeydir.
Modern Amerikan burjuvasını alır ve mitsel bir "tarihin
başlangıcı"na yerleştirir ve şok, şok, şok, binlerce yıllık mücadele
ve araştırmanın ardından, Amerika'da "tarihin sonu"na varır.
Benzer bir yöntem John Rawls ve sosyal kuramlarını insanın doğuştan
gelen ve evrensel karakteristikleri üzerine kuran tüm yazarlar tarafından
kullanılır."
Neoliberalizmin yeni-robinsoncu sahte-bilim endüstrisi havarileri arasında,
Fukuyama kadar Jared Diamond'ın da özel bir yeri vardır.
O da güncel ABD emperyalist kapitalizmini ve neoliberal kapitalizmi
alıp 15. yüzyıl ve öncesi spekülatif tarih anektodlarına yerleştirir, ve
şok, şok, şok, yüzlerce yıllık bir tarih ötesi zıplamanın ardından, ABD
emperyalist kapitalizmi ve neoliberalizmin ebediliğine varır.
Farklı tarihsel üretim tarz ve çağlarını, bu kez mutlak bir biyo-coğrafi
evrimcilik çerçevesinde, birbirine karıştırıp çorba yaparak neoliberal
kapitalizmi ezeli ve ebedi ilan etme vasatı da aynıdır.
Üretimi tarih ve toplumsal ilişkilerden soyutlanmış basit bir teknik sürece
indirgemek neyse, tarih ve toplumsal ilişkilerden soyutlanmış basit
bir biyo-coğrafi sürece indirgemek de odur.
J. Diamond'ın neden filanca coğrafyada yaşayanların filanca coğrafyayı
istila edip sömürgeleştirdiği ama tersinin olmadığına dair bayağı "Tüfek,
Mikrop ve Çelik" kuramı da, bayağı neoklasik iktisat (marjinal fayda)
kuramının bayağı bir versiyonudur.
Filanca ve falanca coğrafyalarda hangi bitki ve hayvanların evcilleştirilip
evcilleştirilemediği, hangi silahların üretilip üretilemediği, ürünler ve
faydaları (istila ve sömürgecilik faydası!) düzeyinde birbiriyle
karşılaştırılır.
Toplumlar birbirinden yalıtık üretimde bulunan bireyler gibi gösterilir.
Sonra da neoklasik iktasat (marjinal fayda kuramı) bağlamında, ürünleri
yüzeyselliğinde birbiriyle temasa sokulur ve karşılaştırılır.
Karşı karşıya gelen toplumların iç ve dış sınıfsal-toplumsal
ilişkilerinden tümüyle soyutlanarak, (ok-yay, mızrak, hayvan postuna karşı
tüfek, at, çelik vb) şeyler arası ilişkiye indirgenerek, sömürü ve sömürgecilik
meşrulaştırılır ve "ölümsüz biyo-coğrafya yasaları"ymış gibi
doğallaştırılır.
Bu sahtekarlığın tüm sırrı, daha önce birbirinden yalıtık görünen
toplumların iç toplumsal üretim ilişkileri, sınıfsal çelişkileri ve
krizlerinin yok sayılması, ve bunun itilim kazandırdığı biçimde birbiriyle
savaş, istila, sömürgecilik ilişkilerinin de, sanki -olmayan- bir piyasa
ilişkisiymiş gibi, bunlar arasında marjinal fayda ilişkisi ve şeyler arasında
(mızrağa karşı tüfek vb) toplumsal ilişkiymiş gibi, sunulması ve
doğallaştırılmasıdır.
Böylece toplumsal ve toplumlar arası eşitsizlik, sömürü,
sömürgeleştirme, güç, egemenlik ilişkileri, Adam Smith'in meşhur
ifadesiyle, “şeylerin doğası” gereğiymiş gibi, kaçınılmaz ve değiştirilemez
görünür ve gösterilir.
Üretici güçler/üretim ilişkileri, sömürücü ve sömürülen sınıf,
sömürgeciler ve sömürgeleştirilen çelişki ve mücadeleleri, bu çelişki ve
mücadelelerin yol açtığı kapsamlı tarihsel değişimler... hepsi
buharlaşıverir.
Toplumsal/toplumlar arası sömürü, sömürgecilik, güç,
zorbalık, egemenlik ilişkilerini, şeyler arasında ya da insanlarla şeyler
arasında ilişkiler gibi mistifiye eder.
Coğrafyalar arası ilişkiler ve ürünler/araçlar arası ilişkiler (mızrağa
karşı tüfek, hayvan postuna karşı çelik zırh, gibi), basit karşılaştırmalarla,
insanlar arası toplumsal/toplumlar arası ilişkilerin yerine geçirilir ve onları
örter.
Emek ürünleri, meta olduğu sürece, bunların üretilmesi için
harcanan insan emeğinin ifadesidirler.
Ancak emeğin toplumsal niteliği, gündelik, biçimsel, kendiliğinden
bilince, bizatihi ürünlerin nesnel özelliklerinden gelen bir doğal güç
gibi görünür.
Marx buna meta fetişizmi der.
Örneğin bir otomobil bir kağnı arabasına göre çok daha yüksek düzeyde
toplumsallaşmış (bilimsel, teknolojik, organizasyonal, kitlesel) emek ürünü
olmasına karşın, bu toplumsal güç otomobilin kendi nesnel özelliklerinden
geliyormuş gibi görünür.
Şimdi bu yüzeysel ve başaşağı dış görünümü alıp, tüfek ve mızrak
gibi bir takım araçların karşılaştırılmasına uygularsanız, tüfeğin ve
çeliğin mızrağa ve hayvan postuna üstünlüğü size apaçık görünür.
Ama sanki tüfek ve çelik -salt belli bir coğrafyadaki- ağaçta
yetişiyor, ve bu güçleri kendi nesnel özelliklerinden kaynaklanıyordur!
Sanki tüm bunların, toplumsal üretici güçlerin gelişme düzeyi ve
üretim ilişkilerindeki farklılık, ve bu toplumların iç çelişkileri ile bir
ilgisi yoktur! Üstelik karşılaştırılan prekapitalist toplumların iç ve dış
ilişkileri, o dönemin insanlarına şeyler arası ilişkiler gibi değil,
gerçekte olduğu gibi kişiler arası ve toplumlar arası karşılıklı ilişkiler
olarak göründüğü halde; bu ilişkileri de şeyleştirerek karşılaştırmak ve analiz
etmek, böylece ezelileştirilen Batı kapitalizminin üstünlüğünü, sonra
dönüp ebedileştirmek, ancak burjuva ahmaklık bilimiyle mümkündür.
Diamond'un bize anlattığı masal, coğrafya ve buna dayalı
olarak sahip olunan “şeylerin doğası”nın her şeyi belirlediğidir.
Diamond'un bize anlattığı masal, burjuva liberalizminin şu
klasik Robinson Crusoe masalının, neoliberal jeo-stratejik bir
versiyonudur.
Siz, "ah elbette tüfek, at, çelik tabanvay mızrak ve postu
yener, bundan daha doğal bir şey olamaz" diye düşünedurun, kazın ayağı hiç
de öyle değildir.
Birkaç yüz kişilik İspanyol ve Portekiz haydut çetelerinin (şu Robinsonlar!),
milyonluk Aztek ve İnka uygarlıklarını ezmesi ve yağmalaması, salt
"Tüfek, Mikrop, Çelik" vbyle değil, Aztek ve İnka
hükümdarlıklarının ezdiği ve sömürdüğü yüzbinlerce kişilik yerli
kabilelerinin bu Aztek ve İnka mezalimine karşı savaşması ile birlikte
mümkün olabilmiştir!
15. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa devletlerinin Amerika'yı (ve
giderek tüm dünyayı) fetih ve sömürgeleştirmesi, bir yandan Batı Avrupa'da
feodalizmin krizi (köylü ayaklanmaları vd) ve kanlı ilkel birikim sürecinin
başlaması, diğer yanda Amerikan kıtasındaki sınıflı/devletli yerli
toplumlarının iç kriz ve sınıf mücadeleleriyle zayıf düşmüş olmasının bir
ifadesidir.
Kaldı ki 15. yüzyıldan itibaren gemi azıya almaya başlayan Batı Avrupa
sömürgeciliği, üretici güçlerin artık feodal kabuğuna sığmaz hale gelmeye
başladığını gösterir.
Demek ki, gerçek tarihsel sınıfsal-toplumsal üretim ilişkileri ve
toplumlar arası ilişkiler analiz edilmeden, savaş, istila, sömürgecilik,
emperyalizm de analiz edilemez, yalnızca "şeyler arası
ilişki"ymiş gibi örtbas edilip doğallaştırılır ve ebedileştirilir.
Neoliberal yeni-Robinsoncu antropolojinin tüm marifeti de bundan ibarettir.
Burjuva akılcılık, ki özünde faydacılık (pragmatizm) ve her
şeyi özel çıkara araçsallaştıran teknik mantıktan başka bir şey değildir, burjuva
ideolojisinin yapıtaşlarından biridir.
Emeği, insanı, toplumu, canlı doğayı teknik mühendislik konuları olarak
görür, onları kendi özel çıkarları doğrultusunda denetim altına alınıp
güdülecek araçlara indirger.
Bu yüzden sömürücülük, sömürgecilik, makyevelizm,
pragmatizm, teknisizm, toplum mühendisliği, milliyetçilik, ırkçılık,
cinsiyetçilik burjuva akılcılığın her zaman ayrılmaz parçalarıdır.
Robinson'un akılcılığı da, Cuma'ya, emeğe, başkalarına,
kadınlara, her şeye ve herkese "bu benim işime yarar mı",
"bana bir fayda sağlar mı" diye bir sömürü ve faydalanma nesnesi
gözüyle bakar.
Gerçek dostu, arkadaşı, sevdiği, sorumluluk hissettiği hiç kimse ve hiçbir
şey yoktur.
Kendi özel çıkarları dışında onu bağlayan hiçbir ilke, kural, değer yoktur.
Ona fayda sağlamayacak emeğin, ya da diyelim ki bir ağacın veya yaban
hayvanının onun gözünde hiçbir anlam ve önemi, hatta varlık hakkı yoktur.
"Kapitalizm gölgesini
satamadığı ağacı keser."
"Toplum yalnızca bir soyutlamaya, birey için yalnızca dışsal ve
raslantısal bir şeye, ve aynı zamanda, yalıtık bireyin tatmin aracına
indirgenir."
Mevcut toplumsal kurum ve kurallar, burjuva bireyin bencil
çıkarlarını serbestçe gerçekleştirmesini engelliyorsa, "insan
doğası"nın ve "yalıtık bireyin doğuştan gelen doğal (burjuva)
hakları"nın "ölümsüz ilke ve yasaları"nı ihlal etmiş sayılır.
Bu yüzden toplum, toplumsal kurum ve kurallar, devlet, ancak, özel
mülkiyeti, bireyin özel çıkarlarını, ve bunu büyütmek amacıyla giriştikleri
rekabeti, güvenceye alıp verimliliğini artırdığı ölçüde makbuldür.
Toplum, bireylerin "özgür ve akılcı girişimleri" için bir
oyun alanı, kendi özel çıkarları için kullanabilecekleri bir araçtan (piyasa)
ibaret olmalıdır.
Nitekim Jared Diamond da size, prekapitalist Doğu imparatorluklarının
bireyin doğal hak ve özgürlüklerini (özel mülkiyet, özel servet birikimi,
serbest girişim, vb) sınırladığını, ama 15. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa
devletlerinin akılcılığa, keşif ve icatlara, bireye yatırım yaptığı için
üstün hale geldiğini söyleyecektir!
Tabii bu akılcılığın, keşif ve icadların, zorla mülksüzleştirme, gasp,
yağma, sömürü, kölecilik, sömürgecilik, ve bilimum kanlı ilkel birikim
süreçleri anlamına geldiğini gözlerden gizleyerek.
Ve tabii bu kanlı tarihsel sürecin sonucu olarak ortaya çıkan 18.
yüzyıl Robinsonculuğunu, bu kez biyo-coğrafi bir hayalet olarak 15.
yüzyıla, hatta ta tarımsal üretimin ilk ortaya çıkışına taşıyarak.
Robinson, bir ölçüde zengin ve dindar olan babasının dini
öğütlerini ve avukat olmasını istemesini reddeder.
Robinsoncu yazında bu, rahat ve güvenli bir yaşam sürebilecek olmasına
karşın eski (prekapitalist) düzenin "bireyin doğal hak ve
özgürlükleri"ni kısıtlayan otoritesine, macera ve özgürlük (vurguncu ilkel
servet birikimi biçimiyle "serbest girişim"!) ruhuyla
başkaldırma olarak sunulur.
Robinson Crusoe'yu yüzyıllar boyunca orta sınıf çocuklar, gençler, liberaller,
anarşistler, ütopikler için bir idol haline getiren başlıca atraksiyonlarından
biri işte budur:
Sundukları yaşam ve gelecek güvencesi ne olursa olsun kişisel bağımlılık
ilişkilerini, kurumsal uydumculuk ve tabiyeti reddetmek;
ve içerdiği riskler ne olursa olsun kendi ihtiyaç ve isteklerini, kendi
yaşamını kendi iradesiyle seçmek ve kendi çaba ve aklıyla
gerçekleştirmekte tam bir bireysel özgürlüğe sahip olmak!
Robinson, güçlü, cesur, risk alıp her fırsatı değerlendirmesini
bilen, atlattığı badirelerden yılmayan, karşılaştığı her zorluğun sahip
olduğu sıkı çalışma (ve perhizci birikim) disiplini, çok yönlü teknik beceri,
pragmatik akılcılık ve kazanç hırsıyla üstesinden gelen ve kendi lehine
çeviren; yükselen sınıf olarak burjuvazinin bu doğrultudaki her türlü korku,
kaygı, uydumculuk, tereddüt ve yalpalamasını gidermeye dönük, "kendine
yeterli" ve "kendinden geçerli" bir üstün ve muzaffer birey
fantazisidir.
Asıl olarak da bir burjuva "özel mülkiyet, serbest piyasa, serbest
girişim" hayaletidir.
Tek başına ıssız adaya düşen kazazede senaryosu, burjuva ideolojisinin biricik
gerçek saydığı bireyi (özel çıkar, serbest girişim ve servet birikimini)
kısıtlayan hiçbir toplumsal kurum, kural, otorite ve yükümlülüğün
olmadığı, bireyin neye ne kadar ihtiyaç duyup duymayacağını kendi özgür
iradesiyle seçeceği, kendi emeğinin özel mülkiyetine sahip olarak ürünlerinin
de sahibi olacağı, dahası yaban doğayı ve yerlileri de "terbiye
ederek" kendi ihtiyaç ve isteklerini tatmin etmenin basit ve uysal
araçlarına çevireceği bir burjuva ütopyası yaratır.
Robinsonculuğu bayraklaştıran burjuva bayağı iktisad, zenginlik
birikiminin biricik yöntemleri olarak yalıtık bireysel emeği ve doğal (özel
mülkiyet, serbest girişim, serbest rekabet) hakkı gösterirken, atomize
birey görünümünü ortaya çıkartan gerçek tarih, zorbalık, işgal, kölecilik ve
çitleme hareketleri gözlerden gizlenir.
“Öykünün bundan sonrası, Robinson'un doğayla giriştiği büyük
mücadeleyle ilgilidir.
Gemiden kalan son bir kaç parça eşya ve araç-gereçle işe koyulan Robinson,
önce bir ev yapar, ardından yaban keçilerini evcilleştirir, yiyeceklerini yetiştirmeye
başlar.
Yavaş yavaş doğaya hakim olmaya başlamış, yabani hayvanlara boyun eğdirmiş,
bir dolu acı tecrübeden sonra iyi bir çiftçi olmuştur...
Apaçık felsefi bir tartışması olmayan bu metin, burjuva bireyin ilk
destanıdır. Felaketler ardarda gelse de, her zaman ayakta durmasını,
kazanmasını ve şükretmesini bilen örnek bir yurttaştır Robinson.
Daha önceki dönemlerde, toplumun önüne geçmemesi gerektiği düşünülen ve
kınanan bireysel çıkarları apaçık savunur bu yeni insan tipi.
Düşünün ki, ıssız bir adada bile, elinden hesap yaptığı kağıdı ve
kalemi hiç düşmez.
Sayılar önemlidir yaşamak için.
Sayılar zenginliğin işaretidir.
Robinson Crusoe'da, ekonomik gerçeklik her türlü duygunun
üzerindedir. Robinson, Calvinist çalışma ahlakının romanda vucud bulması,
burjuva bireyin yüzyıllar boyu sürecek hırsının, pragmatizminin erken bir
sunumudur.
Ada ise önemli bir simgeye dönüşmüştür romanda.
Kısıtlamanın olmadığı, bireyin özgür iradesi ile yaptığı girişimlerin
sonuçlarına razı olduğu ama bu tasarrufların da bireye hep başarılar
getirdiği, feodalitenin ve devlet bürokrasisinin hantallığından uzak
ütopik bir devleti temsil eder ada.
Aynı zamanda İngiltere için de bir modeldir.
Robinson toplumsal bir kaygı taşımaz.
Değerler manzumesi kısa ve özdür; çalışmak ve kazanmak!
Doğa ve kendisinin ait olduğu toplumun dışındaki insanlar, tahakküm
edilmek için vardır bu yeni insan tipi için.
Robinson ve Cuma arasındaki ilişki, hiç değişmeyen bir efendi-köle
ilişkisidir.
Batı oryantalizminin bütün öğelerini barındır Robinson Crusoe romanı.
Siyah adam yamyamdır, eğitilmesi gerekir ve doğal olarak beyaz adama
tabidir. Daniel Defoe, bu efendi-köle ilişkisini öylesine mantiki sebeplere
dayandırarak öyküler ki, okurken hiç de insanlık dışı öğeler bulamazsınız.
Doğal ve zorunludur Robinson'un tahakkümü.
Her şeyi beyaz adam kurmuştur, evi o yapmıştır, hayvanları o
ehlileştirmiştir, tarlayı o hazırlamıştır.
Cuma'ya düşen, onun emirleri doğrultusunda çalışmaktır yalnızca.”
Jared Diamond, neoliberal kapitalizmin Daniel Dafeo'sudur.
Tüfek Mikrop ve Çelik, Robinson Crusoe'nun neoliberal
jeo-antropolojik reality şov versiyonudur.
Neoliberalizm, Holywoodlaşmış pop-bilim endüstrisinde, bir tür
neo-Robinsonculuk olarak en iyi ifadelerinden birini bulur.
Doğaya daha önce, daha çok hakim olan, daha çeşitli ve daha iyi
hayvan ve bitkileri evcilleştiren, böylece daha çok şeye sahip olan ve
daha yetkin silahları yapan, belli bir biyo-coğrafya olduğuna göre, der Diamond
da, Batı'nın dünyaya hakim olması “doğal ve zorunludur”!
Issız adasında elinden emek-zaman/fayda ölçme-karşılaştırmalı zenginleşme
hesabını bırakmayan Robinson gibi, Diamond da, yaptığı “karşılaştırmalı
gelişmişlik analizleri”nde, hangi coğrafyada kimlerin hangi bitki ve hayvanları
evcilleştirip evcilleştiremedeği, kimlerin daha yetkin alet/silahlara sahip
olup olmadığını tasnif eder.
Böylece tarihte ve gelecekte kimlerin efendi kimlerin köle
olduğunu/olacağını bize tartışılmaz ve kaçınılmaz bir "bilimsel
kesinlikle" göstermiş olur.
Her şeyi beyaz adam kurmuştur, daha çeşitli ve daha yetkin bitki ve
hayvanları o ehlileştirmiştir.
Tüfeği ve çeliği o bulmuştur.
Yazıyı o bulmuştur.
(Gerçi bunların çoğunu Batı bulmamıştır ama Diamond için bir önemi yok.
Örneğin yazıyı ilk Mezopotamya, Mısır, Çin geliştirmesine karşın oralarda sadece
despotların aracı olarak kullanıldığı, Antik Yunan'da ise ilk kez sesli
harflerin bulunmasıyla yazının demokratik amaçla kullanıldığını söyler
ki, her ikisi de ciddi tarihsel çarpıtmalar içerir.
Örneğin Çin'in coğrafi, topografik açıdan düz bir bölge olduğu, bu
nedenle homojen, tek tip, donuk, totaliter ve yenilikleri boğan hantal despotik
iktidara yol açarak geri kaldığı, Avrupa'nın ise heterojen, girintili çıkıntılı
coğrafyasındaki çok sayıda prensliğin öğrenme, rekabet, keşif, yenilik, hareket
ve gelişmeyi doğurduğunu söyler ki, coğrafyanın bile üstün neoliberal ve
geri-totaliter türlerinin olduğunu öğrenmiş oluruz!)
Acı badirelerle mikroplara bile bağışıklık kazanan odur.
Kıtalar arası “kölecilik” seferleri, nasıl bir risk alma ve girişim ruhuna
sahip olduğunu gösterir. Rekabet, hırs ve çıkarcılığıyla, yeni atılımlar
yaratmıştır.
Çalışkanlığının, risk üstlenmenin, hırsının, yeniliklere açık olmasının
ödüllerini de onun alması doğal ve zorunludur.
Dolayısıyla fetih savaşları, katliamcılık, sömürgecilik de onun sorunu
değildir.
Robinson'un biraz daha örtük, ama çok kritik bir yanı daha vardır.
Gerçekte Robinson girişimci burjuvaziyi, onun gözünden Cuma ise, “zavallı,
ilkel, cahil” kol gücünü, yani işçi sınıfını temsil eder.
Aklın ve üretim araçlarının -ve tabii bir de tabanca ve kılıç gibi zor
araçlarının, yani devletin!- sahibi burjuvazi olmasa, emeğin bir varlık
nedeni olmayacaktır.
Öyleyse sermaye tarafından -açlık ve zorla- terbiye edilip bir işe
yarar hale getirilmesi, büyük bir lütuftur.
Robinson Crusoe'nun tarihsel arka planında, İngiltere'deki dehşetli
ilkel birikim süreçleri yankılanır.
Köylüler topraklarından, üretim ve geçim araçlarından zorla
kopartılarak aç, sefil, can cekişen yığınlar halinde kentlere sürülmüş,
üzerlerinde “serseriliğe karşı yasalar” adı altında, kızgın demirle
damgalamaktan idama, işevlerinde zorla çalıştırmaya kadar varan terör
estirilmiş, korkunç bir açlık, sefalet ve zorbalıkla, sermaye için “serbest emekgücü”
olarak böyle “terbiye edilmiş”tir!
Feodalizmden modern kapitalizme geçiş sürecindeki ilkel birikim
süreçlerinin diğer yüzünde ise, başta köle ticareti ve dünyanın bütün
altın, gümüş vd ırmaklarını Batı Avrupa'ya akıtan sömürgecilik vahşeti
vardır.
Robinson Cruose'da ise bütün bunlar, “vahşi yamyam” Cuma'nın -Robinson
tarafından- eğitilmesi, medenileştirilmesi, modern akılcılığa uygun
davranmasının nimetlerinden payını alması gibi görünür ve gösterilir:
Robinson'un uysal kölesi olmak Cuma'nın da çıkarınadır!
Girişimci burjuvazinin yaptığı iyiliklerinin ödülünü, işçi sınıfından ve
sömürge halklarından alması, onları kendisi için çalıştırması, ve onlara
ürettirdiği zenginliğin sahibi olması da, modern akılcılığa, yani burjuva
iktisadın doğal sağduyusuna son derece uygundur.
Robinson Crusoe, bugün pek bayat ve banal bir çocuk masalı gibi gelebilir.
Fakat onun, yüzyılların eskitemediği ünü ve etkisi, burjuva iktisadı ve
ideolojisinin neredeyse tüm temel öncüllerini içermesi ve genel geçer biçimsel
sağduyuya uygun görünen aşırı basit bir ütopik kurgu içinden realize etmesidir.
Doğal hukuk, doğal iktisat, varolma savaşımı, serbest girişimcilik, serbest
rekabet, marjinal fayda ölçme ve karşılaştırmacılığı, verimlilikçilik,
nicelikçilik, biçimcilik, akılcılık, teknisizm, doğa ve insan mühendisliği,
egemenlikçilik, düz çizgisel ilerlemecilik, modernizm, oryentalizm, pragmatizm,
bireycilik, Victoryan çalışma ahlakı, ... ve hatta bireylerin çıkarlarını
en çoklaştırma rekabetinin herkesin refahını artırmasını sağlamak
için piyasanın görünmez, çatışan çıkarları düzenleyip uyumlu hale getirmek için
devletin görünür eli... ; burjuva fetişizmini oluşturan ne varsa, Robinson
Crusoe'da vardır.
Tüm bu sis perdesinin asıl görünmez kıldığı, Robinson-Cuma arasındaki gerçek
tarihsel, toplumsal ilişkiler; sömürü, zulüm, köleleştirme, sınıf mücadeleleri
ve sömürgeciler/sömürge halkları arasındaki mücadelelerdir.
Çizilen tabloda, Robinson'un Cuma ile ilişkisi, doğayla mücadelesinin ve
onu aklın yasalarına tabi kılarak yararlı hale getirmesinin bir biçimi gibi
görünür.
Cuma'nın Robinson'a direnmesi ise, batıl inançlar ve cehaletin akla ve
bilime, asalaklığın ve yamyamlığın besin üretimi ve modern ekonomiye, tembelin
çalışkana, yararsızın yararlıya, ilkelliğin ilerlemeye karşı direnci gibi
görünecek ve gösterilecektir.
Burjuva üretim ve egemenlik ilişkilerini, sömürü, sömürgecilik ve zoru,
yine burjuva değer yasasının yüzeysel ve ters yüz görünümü çerçevesinde, şeyler
arasında, ya da insanlarla şeyler arasındaki ilişkiler gibi,
doğallaştırır, mistifikiye ve idealize eder.
Emperyalist kapitalizmin Robinson Crusoe'yu, tam 300 yıl sonra neoliberal
bir ruh ve heyecan üfleyerek yeniden türetmesi, gerçek eleştirmenler için çocuk
masalı ya da dar kafalı 18. yüzyıl fantazisi sayılan öyküsünün 2000'li
yıllarda neoliberal versiyonunu milyonlara “bilim” diye okutması, antropolojinin
tepesine “yüksek otorite” diye ataması, bu yüzden pek şaşırtıcı değildir.
Yalnızca şunları gösterir:
Son onyıllarda sosyal bilimler, akademi ve entelektüel planda yaşanan
çöküntü (ki sınıfsal, siyasal, ideolojik güç dengelerindeki gerilemeden
bağımsız değildir). Kapitalizmin ve dahası emperyalist kapitalizmin
mistifikasyonun geldiği düzeyi. Neoliberalizmin bir tür neo-Robinsonculuk
olduğunu.
Robinson Crusoe, 1947'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin tartışma tutanaklarında bile yer almış, Sovyet delegasyonunun
itirazlarıyla güç bela taslaktan çıkarılmıştı.
Sovyetler Birliğinin çözülüşü sürecinde ise, Robinson, liberal Rus
aydınlarının en temel referanslarından biri oldu.
Ve neoliberalizmin "toplum diye bir şey yoktur, yalnızca bireyler
vardır" düsturundaki birey, ıssız adacağındaki Robinson'dan başka kim
olabilirdi? Neoliberal iktisadın harcı da yeni-robinsonculukla karıldı.
Fukuyama "tarihin sonu" ve "son insan"ı ilan ederken,
aslında Robinson'un tarihe ve topluma karşı sözde zaferini ilan ediyordu.
Neoliberalizmle Robinsonculuk yeni bir patlama yaptı.
Pulitzer ödüllü Jared Diamond'ın yeni-robinsoncu antropolojisi, bunun
pop-bilim endüstrisindeki ifadelerinden yalnızca biriydi.
Fukuyama'nın "Tarihin Sonu ve Son İnsan"ı bir başkasıydı.
Oscar ödüllü Zemeckis/Tom Hanks filmi "Cast Away" (2000), Emmy
ödüllü Lost dizisi, Survivor programı, yeni-robinsonculuğun en bilinen
versiyonları arasındadır.
2000'li yıllarda yeni-robinsonculuğun Mad Max serisi gibi,
neo-romantik, neo-kolonyalist, animasyon, bilim-kurgu,
post-apokaliptik, post-modern versiyonları ise saymakla bitmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder