1 Aralık 2022 Perşembe

 ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 8

 

 Robinson Crusoe ve yeni-Robinsonculuk

 Daniel Dafeo 1719'da yayınlanan Robinson Crusoe romanıyla, yalnızca İngiltere'nin ilk romanını değil, burjuva ideolojisinin -günümüze kadar yüzyılların eskitemediği- en genetik fantezisini yarattı.

Öylesine kült bir sembol ki, 300 yıl sonra bugün bile, dünyanın herhangi bir ülkesindeki hemen herkes, Robinson Crusoe'yu, daha çocukluğundan itibaren bilir.

Bir mitoloji tanımına uygun olarak, Dafeo'nun orijinal romanını okumadan bilir. Sayısız öykü, masal, oyun, çizgi roman, karikatür, film, dizi, bilim-kurgu versiyonundan bilir.

Çeşitli yazılarda, ekonomik-siyasal tartışmalarda, günlük medyada, günlük sohbetlerde halen ona yapılan atıflardan bilir.

Bilmekle kalmaz, gündelik yaşamında farkında bile olmadan Robinson'u oynar ve yeniden üretir.

 Marx'ın Grundrisse'de söylediği, tüm bir 20. yüzyıl ve günümüz için de geçerlidir: Bugüne kadar kapitalizmin her yeni dönemi, Robinsonculuk hayalini paylaşır ve yeniden üretir.

Bir tür yeni-robinsonculuk, neoliberalizmin de çıkış noktalarından ve yapıtaşlarından biridir.

 Robinson Crusoe, 1719'da ilk basımından sonraki 4 ayda 7 baskı yaptı.

Sonra 3 ayrı yayınevi tarafından basılmaya başlandı.

19. yüzyılın sonuna kadar İngilizce'de en az 200 baskısı,110 çevirisi, 115 uyarlaması, 277 taklidi ve farklı versiyonu yayınlanmıştı.

İngiltere'de -ve hızla Avrupa ve ABD'de- okulların ve erkek çocukların başucu kitabı haline geldi.

İngiliz donanma erlerinin, Robinson idolüyle yetişmesinin, İngiltere'nin "üzerinde güneş batmayan" en büyük sömürge imparatorluğu haline gelmesinde bir rolü olduğu söylenir.

Avrupa'da ise 19. yüzyılın sonuna kadar Robinsonculuk yazını (Robinsonades) çerçevesinde, 700'den fazla kitap yayınlandı.

18. ve 19. yüzyılda, Robinsonculuk yazını Avrupa çapında en popüler burjuva akımdı.

Yükselen burjuvazi her ülkede kendi "milli Robinson" idollerini yaratmaya çalıştı.

Robinsonculuk, bir edebi akım olmaktan çok, burjuvaziye tarih ve toplumdan soyutlanmış "insan doğası", "doğal birey", "varolma savaşımı", "bireylerin özel çıkarlarını en çoklaştırma mücadelesi", "bireysel özgürlük", "akılcılık", "doğaya mutlak egemenlik", "toplum sözleşmesi" gibi soyut önvarsayımlarına uygun bir fantazi laboratuarı olarak hizmet etti.

Burjuva ideolojisinin çıkış noktası olarak tarih ve toplum ötesi, soyut, özgür ve akılcı birey ve diğer burjuva önvarsayımları, Dafeo'nun keşfi değildi.

Fakat Robinson Crusoe, bunlara en uygun bir hayali realizasyon çerçevesi yaratarak, kapitalizmin en karakteristik mitolojisi haline geldi.

O, kapitalizmin "ideal ifadesi", "ideal türetilişi", "ideal kanıtı", "ölümsüz ilkesi ve yasası", ezeli ve ebedi doğallaştırılmasıydı.

Öyle ki, en ağır başlı iktisadi, sosyal, siyasal, felsefi, dini, antropolojik konuları bile "18. yüzyıl Robinsoncularının dar kafalı fantazileri" (Marx, Grundrisse) üzerinden, ya da ona atıflarla tartışmak bir entelektüel adet oldu.

Robinsonculuk, Proudhon gibi, kapitalizmin ideal ifadesini gerçek işleyişine karşı nafile biçimde realize etmeye çalışan hemen her türlü küçük burjuva romantik, liberal, anarşist, ütopik akımın da bir parçasıydı.

 Marx ve Engels de Robinson dogmasına ilgisiz kalmadılar.

Onun en sert, acımasız ve alaycı eleştirel analizlerini, burjuva iktisat ve ideolojisinin - ve Proudhon ve Duhring gibi sol versiyonlarının- deşifrasyonunda kullandılar. Marx Kapital'in ön çalışması olan Grundrisse defterlerine, doğrudan,

"18. yüzyıl Robinsonculuğunun dar kafalı fantazisinin modern ekonominin orta yerine ciddi ciddi çekilip çıkarılması"nın sert eleştirisiyle başlar.

Dafeo'nun klasik Robinson Crusoe'sunu, 18. yüzyılın irili ufaklı Robinsoncularını romantik ve şairene bir doğaya dönüş nostaljisinden ziyade, "16. yüzyıldan beri hazırlanmakta olup 18. yüzyılda olgunluğa doğru dev adımlar atan burjuva toplumunu önceden haber verilmesi" olarak değerlendirir.

Klasik Robinson, feodal bağımlılık ilişkilerinden çözülerek serbest rekabet toplumuna; merkantilist ilkel birikim sürecinden modern kapitalizme doğru geçiş sürecinde olan, ve 16. yüzyıldan itibaren gelişen yeni üretici güçlerin ifadesi olan erken 18. yüzyıl bireyinin ifadesidir.

Bu yüzden, klasik Robinsonculuğun bayağılığına karşın 18. yüzyıl tipleri için tarihsel "bir anlam ve mantığı" olduğunu belirtir.

 Gerçekten, klasik Robinson Crusoe, bir yandan tarih ve toplum dışı, yalıtık, tek başına üretim yapan "özgür ve akılcı" birey fantazisini üretirken, diğer yandan bu görüngüyü ortaya çıkartan tarihsel süreçler (ilkel birikim, kölecilik, sömürgecilik, feodal ilişkilerin çözülmesi, rasyonal üretim tekniklerinin gelişmesi, doğaya egemenlik, vd) hakkında oldukça açık sözlüdür.

 Klasik Robinsonculukta, tarihsel gerçekçilik ile soyut fantazi iç içedir.

Sonrasında ise, Robinson'un, sanki kanlı ilkel birikim süreçlerinin (köylüleri zorla mülksüzleştirme, kölecilik, sömürgecilik, iç ve sömürgeci dış pazarların oluşturulması, kapitalist manifaktür ve çiftçinin ortaya çıkması) ve feodalizmin çözülmesi, serbest ticaret kapitalizminin gelişimi tarihinin bir sonucu değil de, tarihin ezeli hareket noktasıymış gibi, ölümsüz "insan doğası"nın temsilcisi ve tarih ve toplum ötesi "ideal bir varlık"mış gibi mitleştirildi.

Kapitalist piyasanın gelişiminin ortaya çıkardığı soyut ve yüzeysel bir görüngüden başka bir şey olmayan "özgür ve akılcı" yalıtık birey fantazisi, kapitalist ekonominin en temel önvarsayımı, ilkesi ve ölümsüz bir doğa yasasıymış gibi merkezine yerleştirildi.

 "Bugüne kadar her yeni dönem bu hayali paylaştı." (Marx, Grundrisse)

Gerçekten de, Robinson Crusoe'nun yayınlanmasından 260 yıl sonra, "toplum diye bir şey yoktur, yalnızca bireyler vardır" dogması, neoliberalizmin de temel çıkış noktasıydı.

 Marx, burjuva iktisatçı ve ideologların, -gerçekte burjuva toplum bireyinin kendiliğinden bilincine de böyle yansıyan-  "eşitlik, özgürlük, ve tabii ki Robinson" gibi soyut-fetişist algı ve önvarsayımlarının, bizzat kapitalist toplumsal üretim ve mübadele ilişkileri tarafından ve bu ilişkilerin soyut, yüzeysel, ters yüz görüngü ve algısı olarak durmaksızın nasıl yeniden üretildiğini gösterecektir.

Dolayısıyla sorun Robinson'un bencil birey vb olarak basit ahlaki eleştirisi değil, bayağı Robinsonculuk fantazisini 300 yıldır yeniden üreten kapitalist toplumsal ilişkilerdeki köklerinden köktenci eleştirisidir. Yoksa 300 yıl sonra bile Fukuyama, Jared Diamond veya Bookchin tarzı yeni-proudhoncuların yeni-robinsonculuğundan kurtuluş yoktur!

Robinson mitolojisi, burjuvazinin Avrupa'da 1848 devrimlerinden sonra bilimsel ekonomi-politiği tümüyle terkedip bayağılaştıran marjinal fayda iktisadına sarılmasında kritik bir rol oynadı.

Bastiat ve Casey bayağılaşan burjuva iktisadını Robinson fantazisine referansla yeniden kurdular.

 "İster büyük insan kitlelerine, ister iki bireye, hatta isterse yalıtık çevre koşullarında yaşayan tek bir bireye uygulansın, diyordu Bastiat, ekonomik yasalar aynı ilkeye göre işler."

Modern ekonomik koşulların Robinson'un adası üzerinden analiz edilemeyecek kadar karmaşık olduğu eleştirisi getirenlere de, "ekonomik yasaların esas doğası değişmez" diye yanıt veriyordu.

Bu, "insanın ve ekonomik yasaların esas doğası Robinsonculuktur" demeye gelir.

 Marjinal fayda kuramı, bilimsel emek-değer kuramını tümüyle inkar eder.

Farklı nitelikteki ürünlerin, üretimlerinde harcanan emek miktarı açısından değil faydaları açısından birbiriyle niceliksel olarak karşılaştırılabileceğini iddia eder. Bunun için de apriori bir insan doğası varsaymak zorundadır.

İnsan doğası, Marksist kuramda insanların maddi yaşamlarını üretirken birbiriyle girdikleri üretim ilişkileri çerçevesinde şekillenen ve yeniden şekillenen, yani açıklanan iken, marjinal fayda kuramında, kendinden menkul olarak, her şeyi açıkladığı varsayılandır.

Böylelikle her şey, belli koşullarda üretilebilecek olanlarla, bunlara olan talebin belirleyiciliği (talebin az ya da çok olması) arasındaki ilişkiye indirgenir.

İnsanlar arasındaki gerçek toplumsal üretim ilişkileri yerine, şeyler arasındaki (insan doğasına göre bunlara ihtiyacın az ya da çok olması açısından) ilişkiler ya da insanlarla şeyler arasındaki ilişkiler geçirilmiş olur.

"... insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişki, onların gözünde, şeyler arasında düşsel bir ilişki biçimine bürünüyor...

Genel kural olarak, kullanılır mallar, yalnızca, işlerini birbirlerinden bağımsız olarak yürüten özel bireylerin ya da birey gruplarının emeklerinin ürünleri olduğu için meta haline geliyorlar.

Üreticiler ürünlerini değişinceye kadar, birbirleri ile toplumsal temasa gelmedikleri için, her üreticinin emeğinin özgül toplumsal niteliği, kendisini ancak değişim işinde ortaya koyar.

Başka  bir deyişle, bireyin emeği, toplum emeğinin bir parçası olarak, kendisini, ancak, doğrudan doğruya ürünler arasında, ve dolaylı olarak bunlar aracılığıyla üreticiler arasında kurulmuş değişim eylemi olan ilişkiler aracılığıyla açığa vurur. Bunun için, bir bireyin emeğini öteki üreticilerin emeklerine bağlayan ilişkiler, üreticilere, aslında olduğu gibi, çalışan bireyler arasında doğrudan toplumsal bir ilişki olarak değil, tersine, kişiler arasında maddi ilişkiler ve şeyler arasında toplumsal ilişkiler olarak görünür."     

 Böylece Robinsonculuğun, yani burjuva ideolojisinin özü ve ruhu olarak "yalıtık birey" önvarsayımının, meta fetişizminin diğer adı olduğunu görürüz.

Robinson'un tarih ve toplum ötesi soyut bir birey olarak, ıssız adacığında, gemi enkazından kurtardığı bir kaç eşya, bireysel emeği ve zekası ile, neyi ne kadar üreteceği, bu ürünlerin ona getireceği fayda açısından biriyle kıyaslanmasıyla hesaplanır görünür, ve marjinal fayda kuramına, idealist/ütopik bir model oluşturur. 

Çünkü Robinson, aslen piyasanın "özgür ve akılcı" yalıtık birey fetişi olmasına karşın, ıssız adasında tek başına ürettiği ve tükettiği ürünler meta değil kullanım değeri olduğundan, kolayca "marjinal-fayda" kuramına havale edilebilir. Böylece arka plandaki piyasa ve mübadele değeri, kullanım değerine katıştırılarak, Robinsoncu "insan doğası" ile birlikte ezeli ve ebedi ilan edilir.

İşin tüm sırrı, üretimin toplumsal değil yalıtık birey tarafından yapılıyor görünmesidir. Yalıtık birey, zaten öyle göründüğü burjuva toplumuna yeniden taşındığında, ki zaten onun bu yüzeysel piyasacı dış görünümünden alınmıştır, toplumsal ilişkiler, birbiriyle kendi özel çıkarlarını en çoklaştırma rekabeti içinde görünen serbest (atomize) bireylere, ve bunlar arasındaki, arz/talep sorununa, yani piyasaya indirgenmiş olur.

 Üretimin tarih ve toplumdan soyutlanmış basit bir teknik süreç gibi görünmesi, kapitalizme özgüdür.

Kapitalist üretimin piyasa ile dolayımlanması ve perdelenmesinden; dolayısıyla bireyin toplumu kendine dışsal olarak algılaması ve onunla bağını ancak piyasa yoluyla kurabilmesinden kaynaklanır.

Üretimin toplumsal niteliğinin en gelişmiş olduğu, ama bu toplumsallaşmanın ancak işbölümü ve mübadele dolayımı ile realize edilebildiği kapitalizmde, bireyler de her biri kendi ıssız adasında (gerçek toplumsal varoluş biçim ve ilişkilerine, toplumsal emek ve ihtiyaçlara, birbirlerine dışsal ve yabancılaşmış) yaşayan Robinson Crusoe'lar gibi görünür.

Robinson gerçekte kapitalizmin, kendi toplumsal emek ve varoluşuna ne kadar yabancılaşmışsa o kadar ideal görünen her günkü bireyciğidir.

 Üretim, üretimin toplumsal ilişkilerinden bir kez soyutlanınca, toplumsal sorun ve çelişkiler de üretimin dışına, "dış mihraklara", beceriksiz ya da kötü yöneticilere, psikolojik faktörlere havale edilmiş olur.

Toplumsal sorun ve çelişkileri durmaksızın ve derinleştirerek yeniden üreten sınıfsal üretim ilişkileri hasıraltı edilince, geriye yalnızca sonuçlarını nafile biçimde "düzeltme" çabası kalır.

 Üretimin tarihsel-toplumsal niteliğinden soyutlanıp basit bir teknik sürece indirgenmesi, diğer taraftan, üretim tarzları arasındaki tarihsel-toplumsal farkları, kapitalist üretim tarzının özgüllüğünü, içindeki uzlaşmaz sınıfsal-toplumsal çelişkilerin gelişimini, tarihsel göreliliğini de gözlerden siler.

Ezeli ve ebedi bir sistemmiş gibi doğallaştırır.

"Amaç, gerçekte, üretimi, bölüşümden ayrıymış, tarihten bağımsız ebedi doğa yasalarıyla yönetiliyormuş gibi sunmaktır, ki fırsattan istifade, üzerlerinde soyutta toplumun kurulu olduğu karşı gelinmez doğa yasaları kılığında burjuva ilişkileri yavaşça araya sokulsun.

Bütün davanın az ya da çok bilinçli amacı budur, ortak birtakım nitelikler bulup çıkarmanın, tüm tarihi farkları genel insani yasalar (insan doğası-bn) altında birbirine karıştırıp yoketmenin mümkün olduğu ilk bakışta bellidir herhalde." (Marx, Grundrisse)

 Hamasi algı ve yöntem, ister Bastiat, Casey ve Proudhon, ister Fukuyama, Jared Diamond, ister Bookchin  olsun hep aynıdır:

Kapitalist toplumsal ilişkilerin şu veya bu yüzeysel görüngüleri soyutlanıp doğaya, tarih öncesi çağlara veya ıssız adaya düşmüş kazazedenin varolma savaşına maledilir; sonra dönüp ekonominin ölümsüz ilke ve yasaları olarak ilan edilir.

 İnsan doğası, varolma savaşımı, mübadele, rekabet, işbölümü, özel mülkiyet, piyasa, herkesin özel çıkarlarını en çoklaştırma mücadelesi, toplum sözleşmesi, bunları güvenceye alıp verimliliğini artıracak türden devlet ve yasalar, ve tabii hepsinin çıkış noktası ve hepsinin kendisinden türetildiği, tarih ve toplum ötesi "özgür ve akılcı" birey önvarsayımı, yani ıssız adasında yüksek donanımlı kahramanımız Robinson, bunlar arasındadır.

 "19. yüzyılın sahte-bilimin bir aracı Robinsonculuk olarak bilinir;

tam gelişmiş modern bireyi kurgusal bir "doğa durumu"na yerleştirilir, ve sonra modern toplumun bütünüyle bu Robinson Crusoe tarafından yaratıldığı gösterilir.

Bu tam da Fukuyama'nın yaptığı şeydir.

Modern Amerikan burjuvasını alır ve mitsel bir "tarihin başlangıcı"na yerleştirir ve şok, şok, şok, binlerce yıllık mücadele ve araştırmanın ardından, Amerika'da "tarihin sonu"na varır.

Benzer bir yöntem John Rawls ve sosyal kuramlarını insanın doğuştan gelen ve evrensel karakteristikleri üzerine kuran tüm yazarlar tarafından kullanılır."

Neoliberalizmin yeni-robinsoncu sahte-bilim endüstrisi havarileri arasında, Fukuyama kadar Jared Diamond'ın da özel bir yeri vardır.

O da güncel ABD emperyalist kapitalizmini ve neoliberal kapitalizmi alıp 15. yüzyıl ve öncesi spekülatif tarih anektodlarına yerleştirir, ve şok, şok, şok, yüzlerce yıllık bir tarih ötesi zıplamanın ardından, ABD emperyalist kapitalizmi ve neoliberalizmin ebediliğine varır.

Farklı tarihsel üretim tarz ve çağlarını, bu kez mutlak bir biyo-coğrafi evrimcilik çerçevesinde, birbirine karıştırıp çorba yaparak neoliberal kapitalizmi ezeli ve ebedi ilan etme vasatı da aynıdır.

Üretimi tarih ve toplumsal ilişkilerden soyutlanmış basit bir teknik sürece indirgemek neyse, tarih ve toplumsal ilişkilerden soyutlanmış basit bir biyo-coğrafi sürece indirgemek de odur.

J. Diamond'ın neden filanca coğrafyada yaşayanların filanca coğrafyayı istila edip sömürgeleştirdiği ama tersinin olmadığına dair bayağı "Tüfek, Mikrop ve Çelik" kuramı da, bayağı neoklasik iktisat (marjinal fayda) kuramının bayağı bir versiyonudur.

Filanca ve falanca coğrafyalarda hangi bitki ve hayvanların evcilleştirilip evcilleştirilemediği, hangi silahların üretilip üretilemediği, ürünler ve faydaları (istila ve sömürgecilik faydası!) düzeyinde birbiriyle karşılaştırılır.

Toplumlar birbirinden yalıtık üretimde bulunan bireyler gibi gösterilir.

Sonra da neoklasik iktasat (marjinal fayda kuramı) bağlamında, ürünleri yüzeyselliğinde birbiriyle temasa sokulur ve karşılaştırılır.

 Karşı karşıya gelen toplumların iç ve dış sınıfsal-toplumsal ilişkilerinden tümüyle soyutlanarak, (ok-yay, mızrak, hayvan postuna karşı tüfek, at, çelik vb) şeyler arası ilişkiye indirgenerek, sömürü ve sömürgecilik meşrulaştırılır ve "ölümsüz biyo-coğrafya yasaları"ymış gibi doğallaştırılır.

Bu sahtekarlığın tüm sırrı, daha önce birbirinden yalıtık görünen toplumların iç toplumsal üretim ilişkileri, sınıfsal çelişkileri ve krizlerinin yok sayılması, ve bunun itilim kazandırdığı biçimde birbiriyle savaş, istila, sömürgecilik ilişkilerinin de, sanki -olmayan- bir piyasa ilişkisiymiş gibi, bunlar arasında marjinal fayda ilişkisi ve şeyler arasında (mızrağa karşı tüfek vb) toplumsal ilişkiymiş gibi, sunulması ve doğallaştırılmasıdır.

 Böylece toplumsal ve toplumlar arası eşitsizlik, sömürü, sömürgeleştirme, güç, egemenlik ilişkileri, Adam Smith'in meşhur ifadesiyle, “şeylerin doğası” gereğiymiş gibi, kaçınılmaz ve değiştirilemez görünür ve gösterilir.

Üretici güçler/üretim ilişkileri, sömürücü ve sömürülen sınıf, sömürgeciler ve sömürgeleştirilen çelişki ve mücadeleleri, bu çelişki ve mücadelelerin yol açtığı kapsamlı tarihsel değişimler... hepsi buharlaşıverir.

Toplumsal/toplumlar arası sömürü, sömürgecilik, güç, zorbalık, egemenlik ilişkilerini, şeyler arasında ya da insanlarla şeyler arasında  ilişkiler gibi mistifiye eder.

Coğrafyalar arası ilişkiler ve ürünler/araçlar arası ilişkiler (mızrağa karşı tüfek, hayvan postuna karşı çelik zırh, gibi), basit karşılaştırmalarla, insanlar arası toplumsal/toplumlar arası ilişkilerin yerine geçirilir ve onları örter.

 Emek ürünleri, meta olduğu sürece, bunların üretilmesi için harcanan insan emeğinin ifadesidirler.

Ancak emeğin toplumsal niteliği, gündelik, biçimsel, kendiliğinden bilince, bizatihi ürünlerin nesnel özelliklerinden gelen bir doğal güç gibi görünür.

Marx buna meta fetişizmi der.

 Örneğin bir otomobil bir kağnı arabasına göre çok daha yüksek düzeyde toplumsallaşmış (bilimsel, teknolojik, organizasyonal, kitlesel) emek ürünü olmasına karşın, bu toplumsal güç otomobilin kendi nesnel özelliklerinden geliyormuş gibi görünür.

Şimdi bu yüzeysel ve başaşağı dış görünümü alıp, tüfek ve mızrak gibi bir takım araçların karşılaştırılmasına uygularsanız, tüfeğin ve çeliğin mızrağa ve hayvan postuna üstünlüğü size apaçık görünür.

Ama sanki tüfek ve çelik -salt belli bir coğrafyadaki- ağaçta yetişiyor, ve bu güçleri kendi nesnel özelliklerinden kaynaklanıyordur!

Sanki tüm bunların, toplumsal üretici güçlerin gelişme düzeyi ve üretim ilişkilerindeki farklılık, ve bu toplumların iç çelişkileri ile bir ilgisi yoktur! Üstelik karşılaştırılan prekapitalist toplumların iç ve dış ilişkileri,  o dönemin insanlarına şeyler arası ilişkiler gibi değil, gerçekte olduğu gibi kişiler arası ve toplumlar arası karşılıklı ilişkiler olarak göründüğü halde; bu ilişkileri de şeyleştirerek karşılaştırmak ve analiz etmek, böylece ezelileştirilen Batı kapitalizminin üstünlüğünü, sonra dönüp ebedileştirmek, ancak burjuva ahmaklık bilimiyle mümkündür.

 Diamond'un bize anlattığı masal, coğrafya ve buna dayalı olarak sahip olunan “şeylerin doğası”nın her şeyi belirlediğidir.

Diamond'un bize anlattığı masal, burjuva liberalizminin şu klasik Robinson Crusoe masalının, neoliberal jeo-stratejik bir versiyonudur.

 Siz, "ah elbette tüfek, at, çelik tabanvay mızrak ve postu yener, bundan daha doğal bir şey olamaz" diye düşünedurun, kazın ayağı hiç de öyle değildir.

Birkaç yüz kişilik İspanyol ve Portekiz haydut çetelerinin (şu Robinsonlar!), milyonluk Aztek ve İnka uygarlıklarını ezmesi ve yağmalaması, salt "Tüfek, Mikrop, Çelik" vbyle değil, Aztek ve İnka hükümdarlıklarının  ezdiği ve sömürdüğü yüzbinlerce kişilik yerli kabilelerinin bu Aztek ve İnka mezalimine karşı savaşması ile birlikte mümkün olabilmiştir!

 15. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa devletlerinin Amerika'yı (ve giderek tüm dünyayı) fetih ve sömürgeleştirmesi, bir yandan Batı Avrupa'da feodalizmin krizi (köylü ayaklanmaları vd) ve kanlı ilkel birikim sürecinin başlaması, diğer yanda Amerikan kıtasındaki sınıflı/devletli yerli toplumlarının iç kriz ve sınıf mücadeleleriyle zayıf düşmüş olmasının bir ifadesidir.

Kaldı ki 15. yüzyıldan itibaren gemi azıya almaya başlayan Batı Avrupa sömürgeciliği, üretici güçlerin artık feodal kabuğuna sığmaz hale gelmeye başladığını gösterir.

 Demek ki, gerçek tarihsel sınıfsal-toplumsal üretim ilişkileri ve toplumlar arası ilişkiler analiz edilmeden, savaş, istila, sömürgecilik, emperyalizm de analiz edilemez, yalnızca "şeyler arası ilişki"ymiş gibi örtbas edilip doğallaştırılır ve ebedileştirilir.

Neoliberal yeni-Robinsoncu antropolojinin tüm marifeti de bundan ibarettir.

 Burjuva akılcılık, ki özünde faydacılık (pragmatizm) ve her şeyi özel çıkara araçsallaştıran teknik mantıktan başka bir şey değildir, burjuva ideolojisinin yapıtaşlarından biridir.

Emeği, insanı, toplumu, canlı doğayı teknik mühendislik konuları olarak görür, onları kendi özel çıkarları doğrultusunda denetim altına alınıp güdülecek araçlara indirger.

Bu yüzden sömürücülük, sömürgecilik, makyevelizm, pragmatizm, teknisizm, toplum mühendisliği, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik burjuva akılcılığın her zaman ayrılmaz parçalarıdır.

 Robinson'un akılcılığı da, Cuma'ya, emeğe, başkalarına, kadınlara, her şeye ve herkese "bu benim işime yarar mı", "bana bir fayda sağlar mı" diye bir sömürü ve faydalanma nesnesi gözüyle bakar.

Gerçek dostu, arkadaşı, sevdiği, sorumluluk hissettiği hiç kimse ve hiçbir şey yoktur.

Kendi özel çıkarları dışında onu bağlayan hiçbir ilke, kural, değer yoktur.

Ona fayda sağlamayacak emeğin, ya da diyelim ki bir ağacın veya yaban hayvanının onun gözünde hiçbir anlam ve önemi, hatta varlık hakkı yoktur.

 "Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser."

 "Toplum yalnızca bir soyutlamaya, birey için yalnızca dışsal ve raslantısal bir şeye, ve aynı zamanda, yalıtık bireyin tatmin aracına indirgenir."

 Mevcut toplumsal kurum ve kurallar, burjuva bireyin bencil çıkarlarını serbestçe gerçekleştirmesini engelliyorsa, "insan doğası"nın ve "yalıtık bireyin doğuştan gelen doğal (burjuva) hakları"nın "ölümsüz ilke ve yasaları"nı ihlal etmiş sayılır.

Bu yüzden toplum, toplumsal kurum ve kurallar, devlet, ancak, özel mülkiyeti, bireyin özel çıkarlarını, ve bunu büyütmek amacıyla giriştikleri rekabeti, güvenceye alıp verimliliğini artırdığı ölçüde makbuldür.

 Toplum, bireylerin "özgür ve akılcı girişimleri" için bir oyun alanı, kendi özel çıkarları için kullanabilecekleri bir araçtan (piyasa) ibaret olmalıdır.

Nitekim Jared Diamond da size, prekapitalist Doğu imparatorluklarının bireyin doğal hak ve özgürlüklerini (özel mülkiyet, özel servet birikimi, serbest girişim, vb) sınırladığını, ama 15. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa devletlerinin akılcılığa, keşif ve icatlara, bireye yatırım yaptığı için üstün hale geldiğini söyleyecektir!

Tabii bu akılcılığın, keşif ve icadların, zorla mülksüzleştirme, gasp, yağma, sömürü, kölecilik, sömürgecilik, ve bilimum kanlı ilkel birikim süreçleri anlamına geldiğini gözlerden gizleyerek.

Ve tabii bu kanlı tarihsel sürecin sonucu olarak ortaya çıkan 18. yüzyıl Robinsonculuğunu, bu kez biyo-coğrafi bir hayalet olarak 15. yüzyıla, hatta ta tarımsal üretimin ilk ortaya çıkışına taşıyarak.

 Robinson, bir ölçüde zengin ve dindar olan babasının dini öğütlerini ve avukat olmasını istemesini reddeder.

Robinsoncu yazında bu, rahat ve güvenli bir yaşam sürebilecek olmasına karşın eski (prekapitalist) düzenin "bireyin doğal hak ve özgürlükleri"ni kısıtlayan otoritesine, macera ve özgürlük (vurguncu ilkel servet birikimi biçimiyle  "serbest girişim"!) ruhuyla başkaldırma olarak sunulur.

Robinson Crusoe'yu yüzyıllar boyunca orta sınıf çocuklar, gençler, liberaller, anarşistler, ütopikler için bir idol haline getiren başlıca atraksiyonlarından biri işte budur:

Sundukları yaşam ve gelecek güvencesi ne olursa olsun kişisel bağımlılık ilişkilerini, kurumsal uydumculuk ve tabiyeti reddetmek;

ve içerdiği riskler ne olursa olsun kendi ihtiyaç ve isteklerini, kendi yaşamını kendi iradesiyle seçmek ve kendi çaba ve aklıyla gerçekleştirmekte tam bir bireysel özgürlüğe sahip olmak!

 Robinson, güçlü, cesur, risk alıp her fırsatı değerlendirmesini bilen, atlattığı badirelerden yılmayan, karşılaştığı her zorluğun sahip olduğu sıkı çalışma (ve perhizci birikim) disiplini, çok yönlü teknik beceri, pragmatik akılcılık ve kazanç hırsıyla üstesinden gelen ve kendi lehine çeviren; yükselen sınıf olarak burjuvazinin bu doğrultudaki her türlü korku, kaygı, uydumculuk, tereddüt ve yalpalamasını gidermeye dönük, "kendine yeterli" ve "kendinden geçerli" bir üstün ve muzaffer birey fantazisidir.

Asıl olarak da bir burjuva "özel mülkiyet, serbest piyasa, serbest girişim" hayaletidir.

 Tek başına ıssız adaya düşen kazazede senaryosu, burjuva ideolojisinin biricik gerçek saydığı bireyi (özel çıkar, serbest girişim ve servet birikimini) kısıtlayan hiçbir toplumsal kurum, kural, otorite ve yükümlülüğün olmadığı, bireyin neye ne kadar ihtiyaç duyup duymayacağını kendi özgür iradesiyle seçeceği, kendi emeğinin özel mülkiyetine sahip olarak ürünlerinin de sahibi olacağı, dahası yaban doğayı ve yerlileri de "terbiye ederek" kendi ihtiyaç ve isteklerini tatmin etmenin basit ve uysal araçlarına çevireceği bir burjuva ütopyası yaratır.

 Robinsonculuğu bayraklaştıran burjuva bayağı iktisad, zenginlik birikiminin biricik yöntemleri olarak yalıtık bireysel emeği ve doğal (özel mülkiyet, serbest girişim, serbest rekabet) hakkı gösterirken, atomize birey görünümünü ortaya çıkartan gerçek tarih, zorbalık, işgal, kölecilik ve çitleme hareketleri gözlerden gizlenir.

 “Öykünün bundan sonrası, Robinson'un doğayla giriştiği büyük mücadeleyle ilgilidir.

Gemiden kalan son bir kaç parça eşya ve araç-gereçle işe koyulan Robinson, önce bir ev yapar, ardından yaban keçilerini evcilleştirir, yiyeceklerini yetiştirmeye başlar.

Yavaş yavaş doğaya hakim olmaya başlamış, yabani hayvanlara boyun eğdirmiş, bir dolu acı tecrübeden sonra iyi bir çiftçi olmuştur...

Apaçık felsefi bir tartışması olmayan bu metin, burjuva bireyin ilk destanıdır. Felaketler ardarda gelse de, her zaman ayakta durmasını, kazanmasını ve şükretmesini bilen örnek bir yurttaştır Robinson.

Daha önceki dönemlerde, toplumun önüne geçmemesi gerektiği düşünülen ve kınanan bireysel çıkarları apaçık savunur bu yeni insan tipi.

Düşünün ki, ıssız bir adada bile, elinden hesap yaptığı kağıdı ve kalemi hiç düşmez.

Sayılar önemlidir yaşamak için.

Sayılar zenginliğin işaretidir.

 Robinson Crusoe'da, ekonomik gerçeklik her türlü duygunun üzerindedir. Robinson, Calvinist çalışma ahlakının romanda vucud bulması, burjuva bireyin yüzyıllar boyu sürecek hırsının, pragmatizminin erken bir sunumudur.

Ada ise önemli bir simgeye dönüşmüştür romanda.

Kısıtlamanın olmadığı, bireyin özgür iradesi ile yaptığı girişimlerin sonuçlarına razı olduğu ama bu tasarrufların da bireye hep başarılar getirdiği, feodalitenin ve devlet bürokrasisinin hantallığından uzak ütopik bir devleti temsil eder ada.

Aynı zamanda İngiltere için de bir modeldir.

 Robinson toplumsal bir kaygı taşımaz.

Değerler manzumesi kısa ve özdür; çalışmak ve kazanmak!

Doğa ve kendisinin ait olduğu toplumun dışındaki insanlar, tahakküm edilmek için vardır bu yeni insan tipi için.

Robinson ve Cuma arasındaki ilişki, hiç değişmeyen bir efendi-köle ilişkisidir.

Batı oryantalizminin bütün öğelerini barındır Robinson Crusoe romanı.

Siyah adam yamyamdır, eğitilmesi gerekir ve doğal olarak beyaz adama tabidir. Daniel Defoe, bu efendi-köle ilişkisini öylesine mantiki sebeplere dayandırarak öyküler ki, okurken hiç de insanlık dışı öğeler bulamazsınız.

Doğal ve zorunludur Robinson'un tahakkümü.

Her şeyi beyaz adam kurmuştur, evi o yapmıştır, hayvanları o ehlileştirmiştir, tarlayı o hazırlamıştır.

Cuma'ya düşen, onun emirleri doğrultusunda çalışmaktır yalnızca.” 

 Jared Diamond, neoliberal kapitalizmin Daniel Dafeo'sudur.

 Tüfek Mikrop ve Çelik, Robinson Crusoe'nun neoliberal jeo-antropolojik reality şov versiyonudur.

Neoliberalizm, Holywoodlaşmış pop-bilim endüstrisinde, bir tür neo-Robinsonculuk olarak en iyi ifadelerinden birini bulur.

Doğaya daha önce, daha çok hakim olan, daha çeşitli ve daha iyi hayvan ve bitkileri evcilleştiren, böylece daha çok şeye sahip olan ve daha yetkin silahları yapan, belli bir biyo-coğrafya olduğuna göre, der Diamond da, Batı'nın dünyaya hakim olması “doğal ve zorunludur”!

Issız adasında elinden emek-zaman/fayda ölçme-karşılaştırmalı zenginleşme hesabını bırakmayan Robinson gibi, Diamond da, yaptığı “karşılaştırmalı gelişmişlik analizleri”nde, hangi coğrafyada kimlerin hangi bitki ve hayvanları evcilleştirip evcilleştiremedeği, kimlerin daha yetkin alet/silahlara sahip olup olmadığını tasnif eder.

Böylece tarihte ve gelecekte kimlerin efendi kimlerin köle olduğunu/olacağını bize tartışılmaz ve kaçınılmaz bir "bilimsel kesinlikle" göstermiş olur.

Her şeyi beyaz adam kurmuştur, daha çeşitli ve daha yetkin bitki ve hayvanları o ehlileştirmiştir.

Tüfeği ve çeliği o bulmuştur.

Yazıyı o bulmuştur.

(Gerçi bunların çoğunu Batı bulmamıştır ama Diamond için bir önemi yok.

Örneğin yazıyı ilk Mezopotamya, Mısır, Çin geliştirmesine karşın oralarda sadece despotların aracı olarak kullanıldığı, Antik Yunan'da ise ilk kez sesli harflerin bulunmasıyla yazının demokratik amaçla kullanıldığını söyler ki, her ikisi de ciddi tarihsel çarpıtmalar içerir.

Örneğin Çin'in coğrafi, topografik açıdan düz bir bölge olduğu, bu nedenle homojen, tek tip, donuk, totaliter ve yenilikleri boğan hantal despotik iktidara yol açarak geri kaldığı, Avrupa'nın ise heterojen, girintili çıkıntılı coğrafyasındaki çok sayıda prensliğin öğrenme, rekabet, keşif, yenilik, hareket ve gelişmeyi doğurduğunu söyler ki, coğrafyanın bile üstün neoliberal ve geri-totaliter türlerinin olduğunu öğrenmiş oluruz!)

Acı badirelerle mikroplara bile bağışıklık kazanan odur.

Kıtalar arası “kölecilik” seferleri, nasıl bir risk alma ve girişim ruhuna sahip olduğunu gösterir. Rekabet, hırs ve çıkarcılığıyla, yeni atılımlar yaratmıştır.

Çalışkanlığının, risk üstlenmenin, hırsının, yeniliklere açık olmasının ödüllerini de onun alması doğal ve zorunludur.

Dolayısıyla fetih savaşları, katliamcılık, sömürgecilik de onun sorunu değildir.

 Robinson'un biraz daha örtük, ama çok kritik bir yanı daha vardır.

Gerçekte Robinson girişimci burjuvaziyi, onun gözünden Cuma ise, “zavallı, ilkel, cahil” kol gücünü, yani işçi sınıfını temsil eder.

Aklın ve üretim araçlarının -ve tabii bir de tabanca ve kılıç gibi zor araçlarının, yani devletin!- sahibi burjuvazi olmasa, emeğin bir varlık nedeni olmayacaktır.

Öyleyse sermaye tarafından -açlık ve zorla- terbiye edilip bir işe yarar hale getirilmesi, büyük bir lütuftur.

 Robinson Crusoe'nun tarihsel arka planında, İngiltere'deki dehşetli ilkel birikim süreçleri yankılanır.

Köylüler topraklarından, üretim ve geçim araçlarından zorla kopartılarak aç, sefil, can cekişen yığınlar halinde kentlere sürülmüş, üzerlerinde “serseriliğe karşı yasalar” adı altında, kızgın demirle damgalamaktan idama, işevlerinde zorla çalıştırmaya kadar varan terör estirilmiş, korkunç bir açlık, sefalet ve zorbalıkla, sermaye için “serbest emekgücü” olarak böyle “terbiye edilmiş”tir!

Feodalizmden modern kapitalizme geçiş sürecindeki ilkel birikim süreçlerinin diğer yüzünde ise, başta köle ticareti ve dünyanın bütün altın, gümüş vd ırmaklarını Batı Avrupa'ya akıtan sömürgecilik vahşeti vardır.

 Robinson Cruose'da ise bütün bunlar, “vahşi yamyam” Cuma'nın -Robinson tarafından- eğitilmesi, medenileştirilmesi, modern akılcılığa uygun davranmasının nimetlerinden payını alması gibi görünür ve gösterilir:

Robinson'un uysal kölesi olmak Cuma'nın da çıkarınadır!

Girişimci burjuvazinin yaptığı iyiliklerinin ödülünü, işçi sınıfından ve sömürge halklarından alması, onları kendisi için çalıştırması, ve onlara ürettirdiği zenginliğin sahibi olması da, modern akılcılığa, yani burjuva iktisadın doğal sağduyusuna son derece uygundur.

 Robinson Crusoe, bugün pek bayat ve banal bir çocuk masalı gibi gelebilir.

Fakat onun, yüzyılların eskitemediği ünü ve etkisi, burjuva iktisadı ve ideolojisinin neredeyse tüm temel öncüllerini içermesi ve genel geçer biçimsel sağduyuya uygun görünen aşırı basit bir ütopik kurgu içinden realize etmesidir.

Doğal hukuk, doğal iktisat, varolma savaşımı, serbest girişimcilik, serbest rekabet, marjinal fayda ölçme ve karşılaştırmacılığı, verimlilikçilik, nicelikçilik, biçimcilik, akılcılık, teknisizm, doğa ve insan mühendisliği, egemenlikçilik, düz çizgisel ilerlemecilik, modernizm, oryentalizm, pragmatizm, bireycilik, Victoryan çalışma ahlakı, ... ve hatta bireylerin çıkarlarını en çoklaştırma rekabetinin  herkesin refahını artırmasını sağlamak için piyasanın görünmez, çatışan çıkarları düzenleyip uyumlu hale getirmek için devletin görünür eli... ; burjuva fetişizmini oluşturan ne varsa, Robinson Crusoe'da vardır.

 Tüm bu sis perdesinin asıl görünmez kıldığı, Robinson-Cuma arasındaki gerçek tarihsel, toplumsal ilişkiler; sömürü, zulüm, köleleştirme, sınıf mücadeleleri ve sömürgeciler/sömürge halkları arasındaki mücadelelerdir.

Çizilen tabloda, Robinson'un Cuma ile ilişkisi, doğayla mücadelesinin ve onu aklın yasalarına tabi kılarak yararlı hale getirmesinin bir biçimi gibi görünür.

Cuma'nın Robinson'a direnmesi ise, batıl inançlar ve cehaletin akla ve bilime, asalaklığın ve yamyamlığın besin üretimi ve modern ekonomiye, tembelin çalışkana, yararsızın yararlıya, ilkelliğin ilerlemeye karşı direnci gibi görünecek ve gösterilecektir.

Burjuva üretim ve egemenlik ilişkilerini, sömürü, sömürgecilik ve zoru, yine burjuva değer yasasının yüzeysel ve ters yüz görünümü çerçevesinde, şeyler arasında, ya da insanlarla şeyler arasındaki ilişkiler gibi, doğallaştırır, mistifikiye ve idealize eder.

 Emperyalist kapitalizmin Robinson Crusoe'yu, tam 300 yıl sonra neoliberal bir ruh ve heyecan üfleyerek yeniden türetmesi, gerçek eleştirmenler için çocuk masalı ya da dar kafalı 18. yüzyıl fantazisi sayılan öyküsünün 2000'li yıllarda neoliberal versiyonunu milyonlara “bilim” diye okutması, antropolojinin tepesine “yüksek otorite” diye ataması, bu yüzden pek şaşırtıcı değildir.

Yalnızca şunları gösterir:

Son onyıllarda sosyal bilimler, akademi ve entelektüel planda yaşanan çöküntü (ki sınıfsal, siyasal, ideolojik güç dengelerindeki gerilemeden bağımsız değildir). Kapitalizmin ve dahası emperyalist kapitalizmin mistifikasyonun geldiği düzeyi. Neoliberalizmin bir tür neo-Robinsonculuk olduğunu.

 Robinson Crusoe, 1947'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin tartışma tutanaklarında bile yer almış, Sovyet delegasyonunun itirazlarıyla güç bela taslaktan çıkarılmıştı.

Sovyetler Birliğinin çözülüşü sürecinde ise, Robinson, liberal Rus aydınlarının en temel referanslarından biri oldu.

Ve neoliberalizmin "toplum diye bir şey yoktur, yalnızca bireyler vardır" düsturundaki birey, ıssız adacağındaki Robinson'dan başka kim olabilirdi? Neoliberal iktisadın harcı da yeni-robinsonculukla karıldı.

Fukuyama "tarihin sonu" ve "son insan"ı ilan ederken, aslında Robinson'un tarihe ve topluma karşı sözde zaferini ilan ediyordu.

Neoliberalizmle Robinsonculuk yeni bir patlama yaptı.

Pulitzer ödüllü Jared Diamond'ın yeni-robinsoncu antropolojisi,  bunun pop-bilim endüstrisindeki ifadelerinden yalnızca biriydi.

Fukuyama'nın "Tarihin Sonu ve Son İnsan"ı bir başkasıydı.

Oscar ödüllü Zemeckis/Tom Hanks filmi "Cast Away" (2000), Emmy ödüllü Lost dizisi, Survivor programı, yeni-robinsonculuğun en bilinen versiyonları arasındadır.

2000'li yıllarda yeni-robinsonculuğun Mad Max serisi gibi, neo-romantik, neo-kolonyalist, animasyon, bilim-kurgu, post-apokaliptik, post-modern versiyonları ise saymakla bitmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...