ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 7
Yali'nin sorusu ya da yeni-robinsonculuk
Jared Diamond Tüfek Mikrop ve Çelik kitabını, Yeni Gine'de tanıdığı
bir yerlinin; Yali'nin çok eskiden (1972'de) kendisine sorduğunu
söylediği bir soru üzerinden kurgular.
“Yali'nin sorusu” kitabın Pulitzer alması ve yazarının pop-antropoloji
starı olmasıyla, tüm antropoloji aleminde meşhur olmuş ve çokça tartışılmıştır.
Yali'nin sorusu:
“Siz beyaz insanlar neden bu kadar çok kargoya (eşya-bn) sahip
oldunuz ve bunları Yeni Gine'ye getirdiniz, ama biz siyah insanların neden
kendimize ait çok az kargomuz vardı?”
Diamond bunu: Siz Batılılar nasıl zengin ve güçlü ülkeler kurdunuz, ve
biz -dünyanın geri kalanı- bunu başaramadık, diye yorumlar.
Aynı yorumu, sayısız “tarihsel karşılaştırma” (aslında istila, sömürgeleştirme)
anektodunda, örneğin, neden İspanyollar ve Portekizliler Amerikan
kıtasını ve yerlilerini istila etti de, Amerikan yerlileri Avrupa'yı
istila edemedi, diye tekrarlar ve her seferinde aynı yanıtı verir: Tarımın
Verimli Hilal'de doğup belli coğrafi güzargahlar üzerinden yayılması, belli
toplumların -tabii ki Batı Avrupa'dır- belli araçlara, yani atlara, tüfeklere,
çeliğe, yazıya, diğerlerinin bağışıklığının olmadığı mikroplara, vb daha
önce sahip olmalarını, ve nedense bunları hep istila aracı olarak
kullanarak, bunlara sahip olmayanlara karşı kaçınılmaz üstünlük, zenginlik
ve egemenliğini sağlamıştır.
Batının zaferinin, ırksal veya zihinsel üstünlük ile bir ilgisi yoktur
diye, sizin, sömürgecilik ve yerli katliamları ile bir ilgisi yoktur diye, Batılı
orta sınıfların gönlünü alır Jared Diamond; olup biten her şey kaçınılmaz
bir coğrafi-evrimci determinizmden ibarettir.
Günümüzde “WEİRD” (Batılı, eğitimli, sanayileşmiş, zengin,
demokratik) olanların olmayanlara kaçınılmaz üstünlüğünü sağlayan da bu pek
masum coğrafi “W”dir.
Toplumun varolması için doğa zorunlu koşuldur, fakat doğa
toplumdan önce de vardı ve toplumdan bağımsız olarak vardır.
Bu yüzden doğa toplumun nedeniymiş gibi görünür.
Bu basit, biçimsel, olgucu dış görünüm kapitalist toplumsal ilişkilerin
de dış görünümü itibarıyla doğallaştırılmasını kolaylaştırır.
Burjuva ideolojisi de bu yanıltıcı görünümler düzeyinde işler ve buna kat
çıkar. Bugün “doğa diye bir şey kalmadığını” ve insanın doğayı toptan
değiştirme gücüne sahip olduğunu, dolayısıyla böyle bir görünümün kalmadığını
sanabilirsiniz.
Oysa metalar aleminin büyüdükçe insanlar aleminin küçülmesi, tüm
toplumsal gücün bu “şeylerin doğal gücü”nden geldiği görünümünü azaltmamış,
artırmıştır.
Bu yüzden gerçek toplumsal ilişki ve çelişkiler, bu doğal
görünümlerin eleştirel analizi ile iç yüzüne nüfuz edilmeden açığa
çıkarılamaz.
İnsanlar arası sömürü ve egemenlik ilişkilerini şeylerin doğal
determinizmine atfeden burjuva ideolojisi, en başta sömürülen ve boyunduruk
altında olanların kendi tarihlerini yapma ve değiştirme yetenek ve
olanaklarını (çünkü gerçek toplumsal ilişkilerdeki uzlaşmaz çelişkilerin
tarihsel gelişimini) inkar eder.
Ve kuşkusuz “şeylerin doğal deternizmi”, o şeylere sahip olanları da tarih
ve toplum üstü bir konuma yerleştirir.
“İnsanların koşulların ve eğitimin ürünü olduğu, yani değişmiş
insanların başka koşulların ve değişmiş eğitimin ürünleri olduğuna dair materyalist
öğreti, koşulların tam da insanlar tarafından değiştirildiğini ve
eğitmenin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur.
Dolayısıyla bu öğreti toplumu, birine toplum üstü bir konum verecek
şekilde ikiye ayırmak zorunda kalır.” (Marx, Feurbach Üzerine Tezler.)
Ama bu ayrım, sömürücü/egemen ve sömürülen/bağımlı sınıflar arasında,
sömürgeciler ile sömürgeler arasında değil, tam da J. Diamond'da olduğu gibi,
“batıl inançlı cahil geri kalmışlar” ile “eğitimli gelişmişler” arasında
yapılmış olur.
Coğrafya kuşkusuz bir üretici güçtür, halen de öyledir.
Ancak tek üretici güç de değildir.
Üretim araçları, teknikleri, toplumun üretken örgütlenme biçim ve
ilişkileri, sınıf mücadeleleri incelenmeden ne tarih ne de
toplumdan bahsedilebilir.
Toplum yalnızca ve basitçe, coğrafyanın/doğanın ürünü değildir.
İnsanların maddi yaşamlarını üretir ve yeniden üretirken birbiriyle
girdikleri ilişkilerin ve bu ilişkiler yoluyla doğayı dönüştürme sürecinin
ürünüdür.
Doğanın dönüştürülmesinde kaydedilen her gelişme, üretim araç ve
teknikleriyle birlikte üretim ve emeğin toplumsallaşma niteliğinde bir gelişme
ve insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerde değişme anlamına
geldiğinden, toplum doğayı dönüştürürken kendisini de dönüştürmüş olur.
"2500 yılında bugünkü ekonomik ve siyasi güç dengelerinin aynı
kalacağı söylenebilir mi?
Örneğin, 1500 yılında dünyadaki en güçlü devletler Çin, Hindistan ve
Türkiye'de bulunuyordu.
1000 yılında en güçlü devletler Peru, Irak ve Orta Asya'daydı.
500 yılında merkezi Meksika, İtalya ve Çin'deydi.
MÖ 2500 yılında en güçlüler Irak, Mısır ve Pakistan'da yaşıyordu.
Hangi coğrafi determizm bunu açıklayabilir ki?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder