1 Aralık 2022 Perşembe

 ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 6

  

Tarım insanlık tarihinin en büyük yanlışı mıdır?

 Jared Diamond ilk kitabı Üçüncü Şempaze: İnsanlığın En Büyük Hatası makalesinin genişletilmiş biçimini içerir.

Neolitiği; göçebe avcı-toplayıcılıktan tarımsal üretime geçişi, insanlık tarihinin en vahim yanlışı olarak lanse eder.

Devşiricilikten üreticiliğe geçişin ortaya çıkardığı hastalıklar, boy kısalması, nüfus patlaması, ölüm oranında artışlar, daha çok çalışma, neolitiğin sınıf/devlete giden yolu açması gibi sorunlar tek yanlı bir olumsuzlama biçiminde anlatılır.

Çizilen tablo, üretime geçişin bir “coğrafi kaza” ve bunun “cehenneme giden yol” olduğudur.

 Avcı toplayıcılar öylesine ideal, tarım-hayvancılığa geçiş öylesine kabus gibi betimlenir ki, neden ve nasıl olup da tarımsal üretime geçildiği, büyük bir (coğrafi) raslantı ve büyük bir yanılgı dışında açıklanamaz hale gelir.

Büyük tarihsel dönemeçleri “raslantı” veya “sapma”, tarihsel-toplumsal sorunları “yanılgı” diye mistifiye etmek, burjuva vulgar tarih spekülatörlenin pek sevdiği temalardan biridir.

 Gerçekte insanlık tarihinin şu gelmiş-geçmiş “en büyük yanlış”ın, teolojinin vaaz ettiği; insanın ilk ve en büyük günahı, lanetlenerek cennetten kovulup ekmeğini zahmetle topraktan çıkarmaya mahkum olması,  dinsel efsanelerinin pseudo-bilimsel bir versiyonu ve realizasyonu olduğunu görmek, zor değildir.

İnsanın bir kez şeytana uyup yasak elmayı kopartmasıyla, yani Verimli Hilal'de (Mezopotamya) tarımsal üretime geçmesiyle, maalesef denir bize, sonraki tüm tarihi de, şaşmaz ve kaçınılmaz – ve tabii “karşılaştırmalı”- bir biyo-coğrafi evrimsel kalkınma veya geri-kalma kaderiyle, bu büyük günah tarafından belirlenmiştir.

Kimlerin “Tüfek, Mikrop ve Çelik”e, sonra sanayiye, sonra günümüz küresel üstünlük ve egemenliğine sahip olup kimlerin sahip olmayacağı sadece coğrafyanın “doğru” ya da “yanlış” tarafında bulunmaya göre belirlenir.

Bu da “coğrafya kaderinizdir”, diyen Pulitzerli Tüfek Mikrop Çelik kitabının konusu olacaktır.

J. Diamond'un “karşılaştırmalı tarih ve antropoloji”sinde, gelişmiş/kalkınmış olanları köle sahipliği ve sömürgelerle kutsayan, geri-kalmış ilkelleri istila ve kıyımlarla cezalandıran, din, tanrı, kutsal kitap, cennet, cehennem, günah gibi teleolojik imalar yok görünür.

Hatta kaba biçimiyle ırkçılık da yok görünür.

 Zaten orta sınıfların pek bilimsel ve liberal-hümanist hassasiyetlerini ürkütmeye gerek yoktur.

 İlk büyük “coğrafi kaza” ve sonrasındaki her şeyi belirleyen biyo-coğrafi evrimsel gelişme eşitsizliği teolojisi, aynı işlevi görür.

Batılı üst ve orta sınıfların vicdanı rahat olsun, tarihte ve günümüzde olup bitenlerin üretim, mülkiyet, güç ve egemenlik ilişkileri, sınıflar, sömürgeler, istilalar, kıyımlar, ve en sonu kapitalizm ve emperyalizm ile hiçbir ilişkisi yoktur; her şey bir “coğrafi seçilim”den ibarettir!

 Paleolitikten Neolitiğe, avcı-toplayıcılıktan tarımsal üretime geçişi, ilk kez Neolitik Devrim olarak tanımlayan Marksist antropolog Gordon Childe'dır.

İnsan daha önce yaban doğadan besin devşirmekle sınırlıyken, teknik olduğu kadar tarihsel bir devrimdir.

 Toplumsal emek üretkenliği giderek ve sıçramalı biçimlerde yükselmiş, toplumun yeni ve daha yüksek üretken örgütlenme biçimleri ortaya çıkmış, daha önce mümkün olmayan yapılabilirlikler alanı genişlemiştir.

 Kentler, tarımcı/çoban toplumlar ayrışması, sınıflar ve devlet, Neolitiğe geçişle bir çırpıda ortaya çıkmadı.

Tarımsal üretimin ve giderek madencilik ve maden işlemeciliğin gelişimi, artı-ürün birikimin gelişimi, toplumsal işbölümü, eşitsizlik ve hiyerarşinin gelişimi ve derinleşmesiyle birlikte, binlerce yıl zarfında, ve düz bir çizgi boyunca değil, sarmal gelişim biçiminde gerçekleşti.

 Kaldı ki Neolitik öncesindeki Epi-Paleolitik, Mezolitik ve Ön-Neolitik evrelerinde, henüz tarımsal üretim olmadığı (bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi) halde, eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcı toplumların toplumsal işbölümünün derinleşmesi ve eşitsizlik ve hiyerarşikleşmenin işaretlerini vermeye başladığı bilinmektedir.

 Neolitiğin yol açtığı yeni toplumsal sorunlar da antropoloji ve dip-tarih bilimi açısından bilinmiyor değildi.

Fakat ister ekonomik-teknik ister toplumsal-siyasal olsun, hangi devrim bedelsiz gerçekleşebilir ki?

“İnsanlar değişmemekten çektikleri acı, değişirken çektikleri acıdan  daha büyük oluncaya kadar değişmezler!” diyen ünlü bir aforizma bile vardır.

Tarım devrimi de öyle güle oynaya, yağdan kıl çeker gibi gerçekleşmedi.

Bir “sarsıntılar çağı”ndan geçerek gerçekleşti.

 Önce adım adım sonra büyüyen sıçramalarla, ama aynı zamanda kesinti, restorasyon ve hatta geri dönüşlerle, artan karmaşa, altüst oluşlar ve çalkantılarla, şiddetlenen çelişkilerle, farklı ve çelişkin eğilimlerin mücadelesiyle, bunların doğurduğu gelişmeye doğru yeni iç itilimlerle, sarmal bir gelişimle, artan sayıda toplumun baştan aşağıya yeni ve daha yüksek bir üretkenlik düzleminden yeniden örgütlenmesine doğru bir tarihsel eğilim olarak kendi yolunu açtı.

 Neolitik devrim kavramlaştırmasının önemli içerimleri şunlardır: Tarihin düz çizgisel ve tedrici bir ilerlemeden ibaret olmadığını, sıçramalarla, altüst oluşlarla, kapsamlı dönüşüm ve devrimlerle sağlanan bir sarmal gelişme süreci olduğunu ortaya koyar.

 İkincisi, üretim tarzları ve her üretim tarzının içindeki çelişkilerin tarihsel gelişim sürecini temele koyar.

Tarihin açıklanmasında, toplumun gelişmesinin belli bir noktasından itibaren iç sınırlarına dayanmaya başlayan belli bir üretkenlik düzeyinden, yeni ve daha yüksek bir üretkenlik örgütlenmesine sarsıntılar ve devrimlerle geçiş süreçlerine özel bir önem verir.

Üçüncüsü, daha önce yazının keşfi ve sınıflı-devletli toplumlarla başlatılan tarihin sınırlarını, tarımın devrimci icadına kadar genişletir.

Marksist tarih biliminin, henüz sınıfların ve devletin ortaya çıkmamış olduğu, “tarih-öncesi” ya da “uygarlık öncesi” sayılan bir tarihsel dönemdeki; kapsamlı dünya-tarihsel dönüşüm sürecini de, temel etken ve dinamikleriyle açıklama gücünü gösterir.

Dördüncüsü, sanayi devrimini ilk, tek ve en büyük üretimsel-teknik devrim, öncesini ise salt gerilik ve ilkellik sayan modernist anlayışa karşılık, tarım devriminin de kendi ölçeklerinde -kendi öncesine göre- sanayi devrimine eşdeğer büyüklüğünü, yarattığı kapsamlı dünya-tarihsel değişimi gösterir.

 Beşincisi, sanayi devrimi öncesinde de tarım devrimi, kent-zanaat devrimi gibi toplumsal-teknik üretim devrimlerinin tanımlanması, yani üretimin toplumsallaşma niteliğini kapsamlı biçimde yükselten birden çok devrimin olması, (günümüzde daha açık görülebileceği gibi) sanayi devriminin de sonuncusu olmadığını, yeni ve daha yüksek bir üretim tarzı çerçevesinde aşılabileceğini ima eder.

Kendi burjuva devrimlerini bile çok geçmeden inkar eden; tarihi, içindeki uzlaşmaz çelişkilerin gelişiminin belli bir aşamasından itibaren sarsılmaya başlayarak çözülen ve yerini daha yükseğine bırakan üretim tarzları temelinde inceleyen Marksist tarihsel-diyalektik materyalizmden ödü patlayan burjuvazi açısından yeterince kaygı verici bir devrimci ve bilimsel tarih anlayışı!

Şimdi Jared Diamond gibi bir şarlatanın ortaya çıkıp, Neolitik devrimi neden ters yüz edip “insanlığın en büyük hatası” diye çarpıtmaya çalıştığını daha iyi anlayabiliriz.

 1987'de yayınladığı “İnsanlık Tarihinin En Büyük Hatası” makalesi pek ilgi görmemişken, bu makalenin genişletilmiş ve öykülendirilmiş hali olan 1993'te yayınlanan Üçüncü Şempaze kitabı, best-seller oldu!

Bu 6 yılda ne olduğu iyi bilinir;  Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku çökmüş, kapitalizm zafer çığlıklarıyla kendini alternatifsiz, en iyi, tek, mutlak ve ebedi sistem ilan etmişti.

İşçi sınıfının tüm tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, bilimsel, entelektüel, kültürel kazanımlarına karşı, amansız saldırı dalgası yeni bir istim ve pervasızlık kazanmıştı.

 J. Diamond, Neolitik devrimi de ihmal etmeden, insanlık tarihinin tüm büyük ekonomik, siyasal, toplumsal devrimlerini “büyük hata”  ve “cehenneme giden yol” olarak tarihten kovmayı, post-entelektüel “yapı-bozum” modası haline getirenlerden biridir.

Öyle ya, tarım cehenneme giden yolsa, aynı mantık içinden -bırakalım sanayiyi- çanak çömleği (kille sıvanmış ambarlar artı-ürünü depoloma olanağı veren, eşitsizliğe giden yol olduğundan), hatta ok-yay'ı (cinsiyet eşitsizliğine giden yol olduğundan) aynı ölçüde büyük “yol kazaları” ve “hatalar” olarak tanımlayabilirsiniz.

Ve bunun dibi yoktur: Ateşin keşfini ve kontrolünü de “büyük hata” olarak tanımlayabilirsiniz, çünkü ateş belli alanları yakarak yapılan avcılıkta, daha sonra ormanlık alanlarda yak-ek-geç göçebe tarımında, sonra da tarla açmada, savaşta vb kullanılmıştır.

Nitekim J. Diamond gibilerin antropolojik karşı-devriminin açtığı yoldan, Harari, el artırarak, bu kez – Marksist antropologların devrim olarak tanımladığı- Yukarı Paleolitik eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcıları “ekolojik seri katil”  ilan edivermiştir.

 Tarımın en büyük hata olarak sunulmasının esin kaynakları şunlardır: 1968 devrim ve isyanlarının yenilgisinden sonra 1970-80'li yıllarda batılı küçük burjuvazide (“çiçek çocuklar”, Marcuseculuk gibi akımlarla iç içe) ortaya çıkan ütopik-anarşist romantizm, özellikle de yaşam tarzı anarşizmi.

En bilinen temsilcileri arasında Zerzan ve İvan İlich sayılabilir.

Kapitalizmin üretici güçler ile üretim ilişkileri bağdaşmazlığının farkındadırlar, fakat bunu üretici güçleri geriye, en geriye, “altın çağ” efsanelerine götürerek çözebileceklerini sanırlar.

Bu yüzden hem gerici hem ütopiktirler.

İkincisi burjuva klasik ekonomi-politiğindeki “doğal hukuk” anlayışıdır.

O da Ortaçağı “insan doğası”ndan bir sapma olarak paranteze alır, ve tarım/uygarlık öncesi çağlardan, kapitalizmi doğallaştıran “insan doğası” ve “doğal hukuk” varsayımları türetir.

Bir üçüncüsü, idealist yabancılaşma öğretileridir.

Tümünde ortak olan, başlangıçta ideal, fakat toplumsallaştıkça ve toplumsal üretim geliştikçe bozulan bir insan varsaymalarıdır.

 Bu tarih ve toplum dışı, soyut ve ideal insan varsayımı burjuva ideolojisinin en beylik çizgilerinden biridir.

 Jared Diamond'ın tüm yaptığı da beylik burjuva liberal “doğal hukuk” kurgusunun, neoliberal versiyonudur.

Gerçekte söylediği, Fukuyama'nın “tarihin sonu” masalının, “antropolojik” ve tamamlayıcı bir versiyonudur.

“Tarihin sonu” spekülasyonu, ideolojilerin, sınıf mücadelelerinin, devrimlerin “sonu”nu ilan ediyordu; tarıma geçişin insanlığın “en büyük hatası” olduğu spekülasyonu ise toplumsal üretimin, sınıf mücadelelerinin, devrimlerin başlangıcının “en büyük hata” olduğunu ilan ediyordu!

Böylece tarımsal üretime geçişten itibaren tüm bir üretimin, emeğin, insanın toplumsallaşma tarihi, sınıf mücadeleleri ve devrimler tarihi “cehenneme -sosyalizme!!- götüren yol” olarak, bir “kaza”, bir “sapma”, bir “hata” olarak paranteze alınıp devre dışı bırakılıverir.

Geriye bir tarım-öncesi sınıfsız doğal refah toplumları, bir de onlar üzerinden doğallaştırılıp ebedileştiriliveren kapitalizm kalır!

 Jared Diamond'ın popülerleştiricilerinden olduğu “antropolojik-neoliberalizm”in anarko-liberal ütopik-reformist sol versiyonları da yaygınlaşmakta gecikmez.

En tipiklerinden biri, Bookchin'in -Abdullah Öcalan'ın düşüncesinin de merkezine yerleşecek- yeni-Proudhoncu demokratik konfederalizm /demokratik komünalizm akımıdır.

Öcalan da tarım ve kent devrimlerini “cehenneme -sınıf/devlete- götüren yol” olarak karşı-devrim sayar, sanayi devrimini karşı-devrim sayar, Bolşevik Devrimi ve sosyalizmi karşı-devrim sayar, tüm bir uygarlığı karşı-devrim sayar.

Neoliberal kapitalizmin gerçek işleyiş ve ilişkilerinden soyutlanmış  ideal ifadesiyle kapitalizm öncesi geleneksel toplum ilişkilerini harmanlayarak, - gerçekte “ideal kapitalizm/ideal demokrasi” ütopizminden başka bir şey olmayan                         - bir demokratik konfederalizm kurgusu üretir.

Öcalan, Diamond'ı belki hiç okumamıştır.

Fakat yaklaşımları genel bir neoliberal (veya anarko-liberal halkçı) ütopik entelektüel eğilim haline gelen aynı “antropolojik ideal kapitalizm” çerçevesindedir.

 Bir kez daha “nereden nereye” diye sorabiliriz.

J. Diamond ile, onu belki hiç okumamış olan Öcalan'ın düşünceleri arasındaki  iç bağlantı ve devamlılığı oluşturan nedir?

Öcalan'da, bir dönemki “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” ütopik kurgusunun yeni duruma uyarlanmış post-modern bir versiyonu olarak, “kapitalist modernite (ulus devlet, sanayi, sınıf) olmayan yoldan kalkınma ve demokratikleşme” ütopik kurgusunun  vulgar-antropolojinin kazandığı yeni işlevdir.

Toplumsal üretici güçlerin gelişimini, devrimleri, sınıf mücadelelerini dışlayarak, kapitalizmin yeni durum ve trendlerini (kapitalizm öncesi, en eski ilişki biçimleriyle harmanlayıp) doğallaştırma aracı olarak kullanılışıdır.

“Antropolojik neoliberalizm”, “ideal/düzeltilmiş kapitalizm” ütopyalarının bir versiyonu olarak, solda da yeni moda olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...