ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 6
Tarım insanlık tarihinin en büyük yanlışı mıdır?
Jared Diamond ilk kitabı Üçüncü Şempaze: İnsanlığın En Büyük
Hatası makalesinin genişletilmiş biçimini içerir.
Neolitiği; göçebe avcı-toplayıcılıktan tarımsal üretime geçişi, insanlık
tarihinin en vahim yanlışı olarak lanse eder.
Devşiricilikten üreticiliğe geçişin ortaya çıkardığı hastalıklar, boy
kısalması, nüfus patlaması, ölüm oranında artışlar, daha çok çalışma,
neolitiğin sınıf/devlete giden yolu açması gibi sorunlar tek yanlı bir
olumsuzlama biçiminde anlatılır.
Çizilen tablo, üretime geçişin bir “coğrafi kaza” ve bunun “cehenneme
giden yol” olduğudur.
Avcı toplayıcılar öylesine ideal, tarım-hayvancılığa geçiş
öylesine kabus gibi betimlenir ki, neden ve nasıl olup da tarımsal üretime
geçildiği, büyük bir (coğrafi) raslantı ve büyük bir yanılgı dışında
açıklanamaz hale gelir.
Büyük tarihsel dönemeçleri “raslantı” veya “sapma”, tarihsel-toplumsal
sorunları “yanılgı” diye mistifiye etmek, burjuva vulgar tarih spekülatörlenin
pek sevdiği temalardan biridir.
Gerçekte insanlık tarihinin şu gelmiş-geçmiş “en büyük
yanlış”ın, teolojinin vaaz ettiği; insanın ilk ve en büyük günahı,
lanetlenerek cennetten kovulup ekmeğini zahmetle topraktan çıkarmaya
mahkum olması, dinsel efsanelerinin pseudo-bilimsel bir versiyonu ve
realizasyonu olduğunu görmek, zor değildir.
İnsanın bir kez şeytana uyup yasak elmayı kopartmasıyla, yani Verimli
Hilal'de (Mezopotamya) tarımsal üretime geçmesiyle, maalesef denir bize,
sonraki tüm tarihi de, şaşmaz ve kaçınılmaz – ve tabii “karşılaştırmalı”-
bir biyo-coğrafi evrimsel kalkınma veya geri-kalma kaderiyle, bu büyük günah
tarafından belirlenmiştir.
Kimlerin “Tüfek, Mikrop ve Çelik”e, sonra sanayiye, sonra günümüz küresel
üstünlük ve egemenliğine sahip olup kimlerin sahip olmayacağı sadece
coğrafyanın “doğru” ya da “yanlış” tarafında bulunmaya göre belirlenir.
Bu da “coğrafya kaderinizdir”, diyen Pulitzerli Tüfek Mikrop Çelik
kitabının konusu olacaktır.
J. Diamond'un “karşılaştırmalı tarih ve antropoloji”sinde,
gelişmiş/kalkınmış olanları köle sahipliği ve sömürgelerle kutsayan,
geri-kalmış ilkelleri istila ve kıyımlarla cezalandıran, din, tanrı, kutsal
kitap, cennet, cehennem, günah gibi teleolojik imalar yok görünür.
Hatta kaba biçimiyle ırkçılık da yok görünür.
Zaten orta sınıfların pek bilimsel ve liberal-hümanist
hassasiyetlerini ürkütmeye gerek yoktur.
İlk büyük “coğrafi kaza” ve sonrasındaki her şeyi belirleyen biyo-coğrafi
evrimsel gelişme eşitsizliği teolojisi, aynı işlevi görür.
Batılı üst ve orta sınıfların vicdanı rahat olsun, tarihte ve
günümüzde olup bitenlerin üretim, mülkiyet, güç ve egemenlik ilişkileri,
sınıflar, sömürgeler, istilalar, kıyımlar, ve en sonu kapitalizm ve emperyalizm
ile hiçbir ilişkisi yoktur; her şey bir “coğrafi seçilim”den ibarettir!
Paleolitikten Neolitiğe, avcı-toplayıcılıktan tarımsal üretime
geçişi, ilk kez Neolitik Devrim olarak tanımlayan Marksist antropolog
Gordon Childe'dır.
İnsan daha önce yaban doğadan besin devşirmekle sınırlıyken, teknik
olduğu kadar tarihsel bir devrimdir.
Toplumsal emek üretkenliği giderek ve sıçramalı biçimlerde
yükselmiş, toplumun yeni ve daha yüksek üretken örgütlenme biçimleri
ortaya çıkmış, daha önce mümkün olmayan yapılabilirlikler alanı
genişlemiştir.
Kentler, tarımcı/çoban toplumlar ayrışması, sınıflar ve devlet, Neolitiğe
geçişle bir çırpıda ortaya çıkmadı.
Tarımsal üretimin ve giderek madencilik ve maden işlemeciliğin gelişimi, artı-ürün
birikimin gelişimi, toplumsal işbölümü, eşitsizlik ve hiyerarşinin gelişimi ve
derinleşmesiyle birlikte, binlerce yıl zarfında, ve düz bir çizgi boyunca
değil, sarmal gelişim biçiminde gerçekleşti.
Kaldı ki Neolitik öncesindeki Epi-Paleolitik, Mezolitik ve
Ön-Neolitik evrelerinde, henüz tarımsal üretim olmadığı (bitkilerin ve
hayvanların evcilleştirilmesi) halde, eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcı
toplumların toplumsal işbölümünün derinleşmesi ve eşitsizlik ve
hiyerarşikleşmenin işaretlerini vermeye başladığı bilinmektedir.
Neolitiğin yol açtığı yeni toplumsal sorunlar da antropoloji ve
dip-tarih bilimi açısından bilinmiyor değildi.
Fakat ister ekonomik-teknik ister toplumsal-siyasal olsun, hangi
devrim bedelsiz gerçekleşebilir ki?
“İnsanlar değişmemekten çektikleri acı, değişirken çektikleri acıdan daha
büyük oluncaya kadar değişmezler!” diyen ünlü bir aforizma bile vardır.
Tarım devrimi de öyle güle oynaya, yağdan kıl çeker gibi gerçekleşmedi.
Bir “sarsıntılar çağı”ndan geçerek gerçekleşti.
Önce adım adım sonra büyüyen sıçramalarla, ama aynı zamanda kesinti,
restorasyon ve hatta geri dönüşlerle, artan karmaşa, altüst oluşlar ve
çalkantılarla, şiddetlenen çelişkilerle, farklı ve çelişkin eğilimlerin
mücadelesiyle, bunların doğurduğu gelişmeye doğru yeni iç itilimlerle,
sarmal bir gelişimle, artan sayıda toplumun baştan aşağıya yeni ve daha yüksek
bir üretkenlik düzleminden yeniden örgütlenmesine doğru bir tarihsel eğilim
olarak kendi yolunu açtı.
Neolitik devrim kavramlaştırmasının önemli içerimleri şunlardır: Tarihin
düz çizgisel ve tedrici bir ilerlemeden ibaret olmadığını, sıçramalarla, altüst
oluşlarla, kapsamlı dönüşüm ve devrimlerle sağlanan bir sarmal gelişme
süreci olduğunu ortaya koyar.
İkincisi, üretim tarzları ve her üretim tarzının içindeki
çelişkilerin tarihsel gelişim sürecini temele koyar.
Tarihin açıklanmasında, toplumun gelişmesinin belli bir noktasından
itibaren iç sınırlarına dayanmaya başlayan belli bir üretkenlik
düzeyinden, yeni ve daha yüksek bir üretkenlik örgütlenmesine sarsıntılar ve
devrimlerle geçiş süreçlerine özel bir önem verir.
Üçüncüsü, daha önce yazının keşfi ve sınıflı-devletli toplumlarla
başlatılan tarihin sınırlarını, tarımın devrimci icadına kadar genişletir.
Marksist tarih biliminin, henüz sınıfların ve devletin ortaya çıkmamış
olduğu, “tarih-öncesi” ya da “uygarlık öncesi” sayılan bir tarihsel
dönemdeki; kapsamlı dünya-tarihsel dönüşüm sürecini de, temel etken ve
dinamikleriyle açıklama gücünü gösterir.
Dördüncüsü, sanayi devrimini ilk, tek ve en büyük üretimsel-teknik devrim,
öncesini ise salt gerilik ve ilkellik sayan modernist anlayışa karşılık, tarım
devriminin de kendi ölçeklerinde -kendi öncesine göre- sanayi devrimine eşdeğer
büyüklüğünü, yarattığı kapsamlı dünya-tarihsel değişimi gösterir.
Beşincisi, sanayi devrimi öncesinde de tarım devrimi, kent-zanaat
devrimi gibi toplumsal-teknik üretim devrimlerinin tanımlanması, yani üretimin
toplumsallaşma niteliğini kapsamlı biçimde yükselten birden çok devrimin
olması, (günümüzde daha açık görülebileceği gibi) sanayi devriminin de sonuncusu
olmadığını, yeni ve daha yüksek bir üretim tarzı çerçevesinde aşılabileceğini
ima eder.
Kendi burjuva devrimlerini bile çok geçmeden inkar eden; tarihi,
içindeki uzlaşmaz çelişkilerin gelişiminin belli bir aşamasından itibaren
sarsılmaya başlayarak çözülen ve yerini daha yükseğine bırakan üretim
tarzları temelinde inceleyen Marksist tarihsel-diyalektik materyalizmden ödü
patlayan burjuvazi açısından yeterince kaygı verici bir devrimci ve bilimsel
tarih anlayışı!
Şimdi Jared Diamond gibi bir şarlatanın ortaya çıkıp, Neolitik devrimi
neden ters yüz edip “insanlığın en büyük hatası” diye çarpıtmaya
çalıştığını daha iyi anlayabiliriz.
1987'de yayınladığı “İnsanlık Tarihinin En Büyük Hatası”
makalesi pek ilgi görmemişken, bu makalenin genişletilmiş ve
öykülendirilmiş hali olan 1993'te yayınlanan Üçüncü Şempaze kitabı, best-seller
oldu!
Bu 6 yılda ne olduğu iyi bilinir; Sovyetler Birliği ve Doğu
Bloku çökmüş, kapitalizm zafer çığlıklarıyla kendini alternatifsiz, en
iyi, tek, mutlak ve ebedi sistem ilan etmişti.
İşçi sınıfının tüm tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, bilimsel,
entelektüel, kültürel kazanımlarına karşı, amansız saldırı dalgası yeni bir
istim ve pervasızlık kazanmıştı.
J. Diamond, Neolitik devrimi de ihmal etmeden, insanlık
tarihinin tüm büyük ekonomik, siyasal, toplumsal devrimlerini “büyük
hata” ve “cehenneme giden yol” olarak tarihten kovmayı,
post-entelektüel “yapı-bozum” modası haline getirenlerden biridir.
Öyle ya, tarım cehenneme giden yolsa, aynı mantık içinden -bırakalım sanayiyi-
çanak çömleği (kille sıvanmış ambarlar artı-ürünü depoloma olanağı veren, eşitsizliğe
giden yol olduğundan), hatta ok-yay'ı (cinsiyet eşitsizliğine giden yol
olduğundan) aynı ölçüde büyük “yol kazaları” ve “hatalar” olarak
tanımlayabilirsiniz.
Ve bunun dibi yoktur: Ateşin keşfini ve kontrolünü de “büyük hata” olarak
tanımlayabilirsiniz, çünkü ateş belli alanları yakarak yapılan avcılıkta, daha
sonra ormanlık alanlarda yak-ek-geç göçebe tarımında, sonra da tarla
açmada, savaşta vb kullanılmıştır.
Nitekim J. Diamond gibilerin antropolojik karşı-devriminin açtığı yoldan, Harari,
el artırarak, bu kez – Marksist antropologların devrim olarak tanımladığı-
Yukarı Paleolitik eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcıları “ekolojik seri
katil” ilan edivermiştir.
Tarımın en büyük hata olarak sunulmasının esin kaynakları
şunlardır: 1968 devrim ve isyanlarının yenilgisinden sonra 1970-80'li
yıllarda batılı küçük burjuvazide (“çiçek çocuklar”, Marcuseculuk gibi
akımlarla iç içe) ortaya çıkan ütopik-anarşist romantizm, özellikle de
yaşam tarzı anarşizmi.
En bilinen temsilcileri arasında Zerzan ve İvan İlich sayılabilir.
Kapitalizmin üretici güçler ile üretim ilişkileri bağdaşmazlığının
farkındadırlar, fakat bunu üretici güçleri geriye, en geriye, “altın çağ”
efsanelerine götürerek çözebileceklerini sanırlar.
Bu yüzden hem gerici hem ütopiktirler.
İkincisi burjuva klasik ekonomi-politiğindeki “doğal hukuk” anlayışıdır.
O da Ortaçağı “insan doğası”ndan bir sapma olarak paranteze alır, ve
tarım/uygarlık öncesi çağlardan, kapitalizmi doğallaştıran “insan doğası”
ve “doğal hukuk” varsayımları türetir.
Bir üçüncüsü, idealist yabancılaşma öğretileridir.
Tümünde ortak olan, başlangıçta ideal, fakat toplumsallaştıkça ve
toplumsal üretim geliştikçe bozulan bir insan varsaymalarıdır.
Bu tarih ve toplum dışı, soyut ve ideal insan varsayımı burjuva
ideolojisinin en beylik çizgilerinden biridir.
Jared Diamond'ın tüm yaptığı da beylik burjuva liberal “doğal
hukuk” kurgusunun, neoliberal versiyonudur.
Gerçekte söylediği, Fukuyama'nın “tarihin sonu” masalının, “antropolojik”
ve tamamlayıcı bir versiyonudur.
“Tarihin sonu” spekülasyonu, ideolojilerin, sınıf mücadelelerinin, devrimlerin
“sonu”nu ilan ediyordu; tarıma geçişin insanlığın “en büyük hatası” olduğu
spekülasyonu ise toplumsal üretimin, sınıf mücadelelerinin, devrimlerin
başlangıcının “en büyük hata” olduğunu ilan ediyordu!
Böylece tarımsal üretime geçişten itibaren tüm bir üretimin, emeğin,
insanın toplumsallaşma tarihi, sınıf mücadeleleri ve devrimler tarihi “cehenneme
-sosyalizme!!- götüren yol” olarak, bir “kaza”, bir “sapma”, bir “hata”
olarak paranteze alınıp devre dışı bırakılıverir.
Geriye bir tarım-öncesi sınıfsız doğal refah toplumları, bir de onlar
üzerinden doğallaştırılıp ebedileştiriliveren kapitalizm kalır!
Jared Diamond'ın popülerleştiricilerinden olduğu
“antropolojik-neoliberalizm”in anarko-liberal ütopik-reformist sol versiyonları
da yaygınlaşmakta gecikmez.
En tipiklerinden biri, Bookchin'in -Abdullah Öcalan'ın düşüncesinin
de merkezine yerleşecek- yeni-Proudhoncu demokratik konfederalizm /demokratik
komünalizm akımıdır.
Öcalan da tarım ve kent devrimlerini “cehenneme -sınıf/devlete- götüren
yol” olarak karşı-devrim sayar, sanayi devrimini karşı-devrim sayar, Bolşevik
Devrimi ve sosyalizmi karşı-devrim sayar, tüm bir uygarlığı karşı-devrim
sayar.
Neoliberal kapitalizmin gerçek işleyiş ve ilişkilerinden soyutlanmış ideal
ifadesiyle kapitalizm öncesi geleneksel toplum ilişkilerini harmanlayarak, -
gerçekte “ideal kapitalizm/ideal demokrasi” ütopizminden başka bir şey
olmayan -
bir demokratik konfederalizm kurgusu üretir.
Öcalan, Diamond'ı belki hiç okumamıştır.
Fakat yaklaşımları genel bir neoliberal (veya anarko-liberal halkçı) ütopik
entelektüel eğilim haline gelen aynı “antropolojik ideal kapitalizm”
çerçevesindedir.
Bir kez daha “nereden nereye” diye sorabiliriz.
J. Diamond ile, onu belki hiç okumamış olan Öcalan'ın düşünceleri
arasındaki iç bağlantı ve devamlılığı oluşturan nedir?
Öcalan'da, bir dönemki “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” ütopik
kurgusunun yeni duruma uyarlanmış post-modern bir versiyonu olarak, “kapitalist
modernite (ulus devlet, sanayi, sınıf) olmayan yoldan kalkınma ve
demokratikleşme” ütopik kurgusunun vulgar-antropolojinin kazandığı yeni
işlevdir.
Toplumsal üretici güçlerin gelişimini, devrimleri, sınıf mücadelelerini
dışlayarak, kapitalizmin yeni durum ve trendlerini (kapitalizm öncesi, en eski
ilişki biçimleriyle harmanlayıp) doğallaştırma aracı olarak kullanılışıdır.
“Antropolojik neoliberalizm”, “ideal/düzeltilmiş kapitalizm” ütopyalarının
bir versiyonu olarak, solda da yeni moda olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder