ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 2
Neoliberal kapitalizmde bilim: Pop-bilimden
post-bilime
Kapitalizmde bilim, sermaye tarafından esir alınarak artı-değeri büyütmek
için kapitalist üretime uygulanabilirlik tarafından belirlenir.
Tekelci kapitalizmle birlikte bilimin kendisi de başlıbaşına ve en
yüksek artı-değerin üretildiği bir tekelci kapitalist endüstriye dönüşür.
Günümüze doğru gelindiğinde bilimin mali oligarşik kapitalizmden
özerkliğinin -örneğin üniversitelerdeki- son kalıntıları da ortadan
kaldırılmaya başlanır. “Üniversite-sanayi işbirliği” gibi bilimin kapitalizme
esaretini tamamlayıcı programlarla;
“Bütün araştırmalar yeniden tanımlandı ve fakülteler, öğretim üyeleri ve
öğrencilerin bu yapı içinde bağımsız bilimsel çalışmaları son buldu.
Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi sorunların
peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin
aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini bu yeni yapı
belirler oldu.”
Benzer bir süreç sosyal bilimlerde yaşandı.
Sosyal-beşeri disiplinler de daha dolaysız ve geniş çaplı olarak neoliberal
kapitalist meta üretim ve ilişkilerine uyarlanmaya ve uygulanmaya sevk
edildi.
Tekelci kapitalist endüstriyel üretim ve piyasa süreçlerine özgü
yöntem ve ölçütlerle (ölçülebilirlik, verimlilik, performans,
uygulanabilirlik, vd) yeniden yapılandırıldı.
Bilginin geliştirilmesi için gerekli derinleşme yerine, piyasada
paraya tahvil edilecek teknik beceriye indirgendi.
Sosyal inceleme-araştırma konularının sermaye birikimi gereklerine göre ölçülebilir
ve buna teknik olarak uygulanabilir kılınmasına çevrildi.
Sosyal bilimlerin başarı ölçütü, artık yalnız kapitalizmi meşrulaştırma
değil, kendilerini ve sosyal inceleme-araştırma konularının ve alanlarının
sermayeleştirilmesine katkıda bulunma düzeyi olacaktı.
Sosyal-beşeri disiplinler buna göre yeniden sınıflandırıldı.
Sosyo-ekonomik sorunlar, felsefe, sosyoloji, siyaset-bilim
üniversitelerden ve kamusal tartışmadan büyük ölçüde dışlanırken,
edebiyat, tarih, antropoloji hisse senetleri hızla değer kazandı.
Edebiyat, tarih, antropoloji; sosyal-bilimlerin zeminini gelecekten
geçmişe, teoriden anlatıya, analizden ölçülebilirliğe, sosyo-ekonomi ve
politikadan kimlik ve kültüre, toplumsal amaçlardan tüketilebilirliğe,
evrenselden karşılaştırmaya kaydırmaya, dolayısıyla piyasaya, sermayeleştirmeye ve
endüstrileşmeye en uygun alanlardı.
Edebiyat, tarih ve antropolojinin yükselen sermayeleşme trendlerinin bileşik
ve tek bir paket halinde sunumu, size Jared Diamond'ı verir.
Sağlıktan eğitime, dinden spora, her türlü toplumsal yaşam ve ilişki
alanının daha dolaysız ve üst düzeyde sermayeleştiği bir süreçte,
antropoloji bunun dışında kalamazdı.
Anaakım antropoloji, zaten her daim, “ilkel” ya da “az gelişmiş” denilen
toplumlara ilişkin olarak, emperyalist kapitalizmin bir meşrulaştırıcısı ve
yönetme sanatının bir alt dalı olarak hizmet vermişti.
Şimdi antropolojiye dünya çapında ilgiyi artırarak piyasa talebine
çeviren, kolay tüketilebilir manipulatif piyasa çözümleri üreten,
küreselleşmiş, dünya çapında milyonlara hitap eden, pop-bilim ve pop-bilinç
endüstrisinin albenisi artan bir dalı haline geldi.
Neoliberal kapitalizmin antropolojiyi yeniden keşfetmesi, küresel temelden
neoliberal mali oligarşik sermaye birikim ve egemenliğin yeni gereklerine
uyarlayarak yaygınlaştırması, piyasa antropolojisini köpürten asıl etken oldu.
Neoliberal ideologlar ve Dünya Bankası gibi küresel mali oligarşik organların
90'ların sonlarına doğru ortaya atıp yaygınlaştırdığı “sosyal sermaye”, “kültürel
sermaye”, “coğrafi sermaye” gibi mitler, anaakım vulgar antropolojinin
yeni misyonu haline geldi.
Neoliberal iktisat, yarattığı insani çöküntü ve büyüyen tepkiler
karşısında, antropoloji ve etnoloji ile harmanlandı.
Antropoloji ve etno-sosyoloji neoliberal kapitalizmin bir insani
vitrini olmakla kalmayacak, iktisat dışı görünen toplumsal-kültürel yaşam ve
ilişkiler alanını sermaye birikimine soğurulmasını kolaylaştıracaktı.
Geleneksel ilişkiler, enformal ilişki ve dayanışma ağları, aile,
akrabalık, hemşehrilik, din, cemaat, yerel topluluk ve kültürleri, coğrafya
“sosyal sermaye”, “kültürel sermaye”, “doğal/coğrafi sermaye” olarak
yeniden tanımlandı.
Hızlı neoliberal kapitalist dönüşüm ve yıkımların yaşandığı
ülkelerde, geleneksel toplumsal-kültürel ilişki ve normların da hızlı
çözülmesi, kitlesel tepki ve isyanları artırıyordu.
O zamana kadar kapitalist gelişmenin engeli sayılan geleneksel ilişki ve
normlar, yerel kültürler tasfiye edilmemeli, tam tersine neoliberal kapitalizme
içerilerek, onun payandası, örtüsü ve tutkalı olarak yeniden organize
edilmeliydi.
Böylece vulgar antropolojiye gün doğuyor, işlevi geleneksel/prekapitalist
toplumların batı kapitalizmi tarafından şeyleştirilmesinden, geleneksel
ilişki ve yerel kültürlerin neoliberal kapitalizme uyarlanarak
içerilmesi “bilimi”ne dönüşüyordu.
80'li yılların “karşılıklı üstünlükler” mitinin (=gelişmiş
kapitalistlerin teknolojisine karşılık azgelişmişlerin bol ve ucuz işgücü!!)
cılkı çıkmıştı.
Artık “karşılıklı üstünlükler” mitinin daha kapsayıcı ve neoliberal
kapitalist yapılandırma ve entegrasyona daha “teşvik edici” bir versiyonu
gerekiyordu.
Yeni “antropolojik-neoliberalizm”in sloganı şuydu: Bir ulusun rekabet
gücü “sosyal (ve kültürel, tarihsel, coğrafi...) sermaye”sine bağlıdır!
“Sosyal sermaye” toplumu birarada tutan ve onsuz ekonomik büyüme ve
refahın olamayacağı bir kaldıraçtır!
Bu, tüm tarihsel, geleneksel, yerel, toplumsal, kültürel ilişki ve
normlarınızı sermayeye çevirin ve sermaye güç ve birikiminin payandası için
kullanın, demekti.
“Sosyal sermaye bir kez, üzerinde ekonomik hayatın başarıyla
yükselebileceği sosyo-kültürel bir temel olarak varsayıldığında, tarih de,
ülkelerin kendi özgül kaderlerine mahkum oldukları determinist bir geçmişe
dönüşür; Putnam'ın bölgesel gelişmişlik analizinde ya da
Fukuyama'nın ülkeler arası tarihsel karşılaştırmasında olduğu gibi...”
İşte Jared Diamond'un toplumların “gelişmişlik analizinde ve
tarihsel karşılaştırması”nda, biyo-coğrafyayı kader olarak sunan
kitapları, tastamam aynı neoliberal “sosyal sermaye” doktrini
çerçevesindedir.
Onun “biyo-jeo-eko-lingio sermaye” versiyonudur.
Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik'inin de yine aynı neoliberal kapitalist
doktrinin; “Türkiye'nin tarihsel, geleneksel, sosyal, kültürel, coğrafi
sermayesi” tadındaki bir başka baskısı olduğu söylenebilir.
Pulitzer'li, Bill Gates, Mc Kinsey, Mac Arthur, Clinton, TED, PBS referanslı
Jared Diamond'ın Fukuyama, Davutoğlu ve bir çok benzerini öncelediği
ve (doğrudan veya dolaylı olarak) esinlediği bile söylenebilir.
Jared Diamond, coğrafyaya, daha doğrusu jeo-stratejiye dayalı bir “neo-kalkınmacılık”
akımının ortaya çıkmasına vesile bile olmuştur.
Neoliberal jeo-kalkınmacı akım da, ABD emperyalizminin dünyanın bir
dizi kritik bölgesinde uyguladığı, GOP gibi jeo-ekonomik, jeo-politik
hakimiyet, entegrasyon ve yeniden yapılandırma stratejilerine (ve bu
stratejiler çerçevesinde bölgesel, yerel kapitalist güçler için yeni rollerin
dağıtımı ve yeni Uluslar arası işbölümü planlarına) kurgu-bilimsel meşruiyet ve
mazeret oluşturma hizmeti görür.
Küresel temelden tekelci oligarşik kapitalist üretim ve güç ilişkilerinin yeniden
düzenlendiği, sınırların ve haritaların yeniden çizilmeye başlandığı bir
süreçte, jeo-ekonomi, jeo-politika, jeo-strateji doktrinlerinin yükselişi
çerçevesinde coğrafi-determinizm teorilerinin top-trend oluvermesi raslantı
sayılmaz.
Nereden nereye: Pek masum, pek nesnel, ideolojik-politik olarak nötr
görünümlü şu pop-dahiler endüstrisinin “bilimsellik” yaldızını biraz
kazıyınca, ortaya giderek daha ağır leş-bilim kokuları yayılmaya başlıyor!
Neoliberalizmin antropoloji, tarih, coğrafya vb ile birlikte
ambalajlanarak türetilen “yeni sermaye türleri” miti, modernist ideolojiyi bir
yana bırakmış görünür.
Kapitalist gelişmede geriden gelen batı-dışı ülkeler de, “tarihsel,
coğrafi, sosyal, kültürel, antropolojik, geleneksel, dinsel ...
sermayelerini” harekete geçirip etkin biçimde kullanılarsa, uluslar arası
kapitalist rekabette güç ve iddia sahibi olabilirler, denir.
Eh olmuyorsa, “sosyal sermaye”nizi kullanmayı beceremiyor ya da yanlış
kullanıyorsunuz demektir: “Geri kalmışlık sizin suçunuzdur!”
J. Diamond'un tüm dehası, bu ucuz emperyalist kapitalizm ve
ırkçılık dogmasının neoliberal göreci versiyonunu, şık
“biyo-jeo-eko-etno-linguo-tarih” kurguları ile, göz alıcı idiotiklikte bir
pop-bilim performansı ile sunmasıdır.
İnsanlık tarihi boyunca, diye -her kitabında sayısız seçmece
prekapitalist toplum karşılaşmaları ve karşılaştırmaları mizansenleri ile
kurgulayarak - anlatır bize, başarılı, yani varsıl ve üstün toplumlar,
biyo-coğrafi gelişme olanaklarına sahip olanlar ve bunu iyi
kullananlardır.
Başarısız, yani geri kalmış, kriz yaşayan, ezilmeye mahkum toplumlar ise,
coğrafyanın yanlış yerinde bulunan veya bunu yanlış kullananlardır.
Birincilerin üstünlüğü ve varsıllığı bir doğa yasası katına yükseltilmiş
olur.
İkincilerin geri kalmışlığı ise eğer coğrafyanın yanlış tarafında
bulunmaktan kaynaklanan bir talihsizlik değilse, “coğrafi sermayelerini” yanlış
kullanıp heba etmekten kaynaklanan kendi suçlarıdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder