1 Aralık 2022 Perşembe

 ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 2

 

Neoliberal kapitalizmde bilim: Pop-bilimden post-bilime

Kapitalizmde bilim, sermaye tarafından esir alınarak artı-değeri büyütmek için kapitalist üretime uygulanabilirlik tarafından belirlenir.

Tekelci kapitalizmle birlikte bilimin kendisi de başlıbaşına ve en yüksek artı-değerin üretildiği bir tekelci kapitalist endüstriye dönüşür.

Günümüze doğru gelindiğinde bilimin mali oligarşik kapitalizmden özerkliğinin -örneğin üniversitelerdeki- son kalıntıları da ortadan kaldırılmaya başlanır. “Üniversite-sanayi işbirliği” gibi bilimin kapitalizme esaretini tamamlayıcı programlarla;

“Bütün araştırmalar yeniden tanımlandı ve fakülteler, öğretim üyeleri ve öğrencilerin bu yapı içinde bağımsız bilimsel çalışmaları son buldu.

  Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi sorunların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini bu yeni yapı belirler oldu.”

Benzer bir süreç sosyal bilimlerde yaşandı.

Sosyal-beşeri disiplinler de daha dolaysız ve geniş çaplı olarak neoliberal kapitalist meta üretim ve ilişkilerine uyarlanmaya ve uygulanmaya sevk edildi.

Tekelci kapitalist endüstriyel üretim ve piyasa süreçlerine özgü yöntem ve ölçütlerle (ölçülebilirlik, verimlilik, performans, uygulanabilirlik, vd) yeniden yapılandırıldı.

 Bilginin geliştirilmesi için gerekli derinleşme yerine, piyasada paraya tahvil edilecek teknik beceriye indirgendi.

Sosyal inceleme-araştırma konularının sermaye birikimi gereklerine göre ölçülebilir ve buna teknik olarak uygulanabilir kılınmasına çevrildi.

Sosyal bilimlerin başarı ölçütü, artık yalnız kapitalizmi meşrulaştırma değil, kendilerini ve sosyal inceleme-araştırma konularının ve alanlarının sermayeleştirilmesine katkıda bulunma düzeyi olacaktı.

Sosyal-beşeri disiplinler buna göre yeniden sınıflandırıldı.

Sosyo-ekonomik sorunlar, felsefe, sosyoloji, siyaset-bilim üniversitelerden ve kamusal tartışmadan büyük ölçüde dışlanırken, edebiyat, tarih, antropoloji hisse senetleri hızla değer kazandı.

Edebiyat, tarih, antropoloji; sosyal-bilimlerin zeminini gelecekten geçmişe, teoriden anlatıya, analizden ölçülebilirliğe, sosyo-ekonomi ve politikadan kimlik ve kültüre, toplumsal amaçlardan tüketilebilirliğe, evrenselden karşılaştırmaya kaydırmaya, dolayısıyla piyasaya, sermayeleştirmeye ve endüstrileşmeye en uygun alanlardı.

Edebiyat, tarih ve antropolojinin yükselen sermayeleşme trendlerinin bileşik ve tek bir paket halinde sunumu, size Jared Diamond'ı verir.

Sağlıktan eğitime, dinden spora, her türlü toplumsal yaşam ve ilişki alanının daha dolaysız ve üst düzeyde sermayeleştiği bir süreçte, antropoloji bunun dışında kalamazdı.

Anaakım antropoloji, zaten her daim, “ilkel” ya da “az gelişmiş” denilen toplumlara ilişkin olarak, emperyalist kapitalizmin bir meşrulaştırıcısı ve yönetme sanatının bir alt dalı olarak hizmet vermişti.

 Şimdi antropolojiye dünya çapında ilgiyi artırarak piyasa talebine çeviren, kolay tüketilebilir manipulatif piyasa çözümleri üreten, küreselleşmiş, dünya çapında milyonlara hitap eden, pop-bilim ve pop-bilinç endüstrisinin albenisi artan bir dalı haline geldi.

 

Neoliberal kapitalizmin antropolojiyi yeniden keşfetmesi, küresel temelden neoliberal mali oligarşik sermaye birikim ve egemenliğin yeni gereklerine uyarlayarak yaygınlaştırması, piyasa antropolojisini köpürten asıl etken oldu. Neoliberal ideologlar ve Dünya Bankası gibi küresel mali oligarşik organların 90'ların sonlarına doğru ortaya atıp yaygınlaştırdığı “sosyal sermaye”, “kültürel sermaye”, “coğrafi sermaye” gibi mitler, anaakım vulgar antropolojinin yeni misyonu haline geldi.

Neoliberal iktisat, yarattığı insani çöküntü ve büyüyen tepkiler karşısında, antropoloji ve etnoloji ile harmanlandı.

Antropoloji ve etno-sosyoloji neoliberal kapitalizmin bir insani vitrini olmakla kalmayacak, iktisat dışı görünen toplumsal-kültürel yaşam ve ilişkiler alanını sermaye birikimine soğurulmasını kolaylaştıracaktı.

 Geleneksel ilişkiler, enformal ilişki ve dayanışma ağları, aile, akrabalık, hemşehrilik, din, cemaat, yerel topluluk ve kültürleri, coğrafya “sosyal sermaye”, “kültürel sermaye”, “doğal/coğrafi sermaye” olarak yeniden tanımlandı.

Hızlı neoliberal kapitalist dönüşüm ve yıkımların yaşandığı ülkelerde, geleneksel toplumsal-kültürel ilişki ve normların da hızlı çözülmesi, kitlesel tepki ve isyanları artırıyordu.

O zamana kadar kapitalist gelişmenin engeli sayılan geleneksel ilişki ve normlar, yerel kültürler tasfiye edilmemeli, tam tersine neoliberal kapitalizme içerilerek, onun payandası, örtüsü ve tutkalı olarak yeniden organize edilmeliydi.

Böylece vulgar antropolojiye gün doğuyor, işlevi geleneksel/prekapitalist toplumların batı kapitalizmi tarafından şeyleştirilmesinden, geleneksel ilişki ve yerel kültürlerin neoliberal kapitalizme uyarlanarak içerilmesi “bilimi”ne dönüşüyordu.

 80'li yılların “karşılıklı üstünlükler” mitinin (=gelişmiş kapitalistlerin teknolojisine karşılık azgelişmişlerin bol ve ucuz işgücü!!) cılkı çıkmıştı.

Artık “karşılıklı üstünlükler” mitinin daha kapsayıcı ve neoliberal kapitalist yapılandırma ve entegrasyona daha “teşvik edici” bir versiyonu gerekiyordu.

Yeni “antropolojik-neoliberalizm”in sloganı şuydu: Bir ulusun rekabet gücü “sosyal (ve kültürel, tarihsel, coğrafi...) sermaye”sine bağlıdır!

“Sosyal sermaye” toplumu birarada tutan ve onsuz ekonomik büyüme ve refahın olamayacağı bir kaldıraçtır!

Bu, tüm tarihsel, geleneksel, yerel, toplumsal, kültürel ilişki ve normlarınızı sermayeye çevirin ve sermaye güç ve birikiminin payandası için kullanın, demekti.

“Sosyal sermaye bir kez, üzerinde ekonomik hayatın başarıyla yükselebileceği sosyo-kültürel bir temel olarak varsayıldığında, tarih de, ülkelerin kendi özgül kaderlerine mahkum oldukları determinist bir geçmişe dönüşür; Putnam'ın bölgesel gelişmişlik analizinde ya da Fukuyama'nın ülkeler arası tarihsel karşılaştırmasında olduğu gibi...”

 İşte Jared Diamond'un toplumların “gelişmişlik analizinde ve tarihsel karşılaştırması”nda, biyo-coğrafyayı kader olarak sunan kitapları, tastamam aynı neoliberal “sosyal sermaye” doktrini çerçevesindedir.

Onun “biyo-jeo-eko-lingio sermaye” versiyonudur.

Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik'inin de yine aynı neoliberal kapitalist doktrinin; “Türkiye'nin tarihsel, geleneksel, sosyal, kültürel, coğrafi sermayesi” tadındaki bir başka baskısı olduğu söylenebilir.

 Pulitzer'li, Bill Gates, Mc Kinsey, Mac Arthur, Clinton, TED, PBS referanslı Jared Diamond'ın Fukuyama, Davutoğlu ve bir çok benzerini  öncelediği ve (doğrudan veya dolaylı olarak) esinlediği bile söylenebilir.

Jared Diamond, coğrafyaya, daha doğrusu jeo-stratejiye dayalı bir “neo-kalkınmacılık” akımının ortaya çıkmasına vesile bile olmuştur.

Neoliberal jeo-kalkınmacı akım da, ABD emperyalizminin dünyanın bir dizi kritik bölgesinde uyguladığı, GOP gibi jeo-ekonomik, jeo-politik hakimiyet, entegrasyon ve yeniden yapılandırma stratejilerine (ve bu stratejiler çerçevesinde bölgesel, yerel kapitalist güçler için yeni rollerin dağıtımı ve yeni Uluslar arası işbölümü planlarına) kurgu-bilimsel meşruiyet ve mazeret oluşturma hizmeti görür.

Küresel temelden tekelci oligarşik kapitalist üretim ve güç ilişkilerinin yeniden düzenlendiği, sınırların ve haritaların yeniden çizilmeye başlandığı bir süreçte, jeo-ekonomi, jeo-politika, jeo-strateji doktrinlerinin yükselişi çerçevesinde coğrafi-determinizm teorilerinin top-trend oluvermesi raslantı sayılmaz.

Nereden nereye: Pek masum, pek nesnel, ideolojik-politik olarak nötr görünümlü şu pop-dahiler endüstrisinin “bilimsellik” yaldızını biraz kazıyınca, ortaya giderek daha ağır leş-bilim kokuları yayılmaya başlıyor!

 Neoliberalizmin antropoloji, tarih, coğrafya vb ile birlikte ambalajlanarak türetilen “yeni sermaye türleri” miti, modernist ideolojiyi bir yana bırakmış görünür.

Kapitalist gelişmede geriden gelen batı-dışı ülkeler de, “tarihsel, coğrafi, sosyal, kültürel, antropolojik, geleneksel, dinsel ... sermayelerini” harekete geçirip etkin biçimde kullanılarsa, uluslar arası kapitalist rekabette güç ve iddia sahibi olabilirler, denir.

Eh olmuyorsa, “sosyal sermaye”nizi kullanmayı beceremiyor ya da yanlış kullanıyorsunuz demektir: “Geri kalmışlık sizin suçunuzdur!”

 J. Diamond'un tüm dehası, bu ucuz emperyalist kapitalizm ve ırkçılık dogmasının neoliberal göreci versiyonunu, şık “biyo-jeo-eko-etno-linguo-tarih” kurguları ile, göz alıcı idiotiklikte bir pop-bilim performansı ile sunmasıdır.

İnsanlık tarihi boyunca, diye -her kitabında sayısız seçmece prekapitalist toplum karşılaşmaları ve karşılaştırmaları mizansenleri ile kurgulayarak - anlatır bize, başarılı, yani varsıl ve üstün toplumlar, biyo-coğrafi  gelişme olanaklarına sahip olanlar ve bunu iyi kullananlardır.

Başarısız, yani geri kalmış, kriz yaşayan, ezilmeye mahkum toplumlar ise, coğrafyanın yanlış yerinde bulunan veya bunu yanlış kullananlardır.

Birincilerin üstünlüğü ve varsıllığı bir doğa yasası katına yükseltilmiş olur.

İkincilerin geri kalmışlığı ise eğer coğrafyanın yanlış tarafında bulunmaktan kaynaklanan bir talihsizlik değilse, “coğrafi sermayelerini” yanlış kullanıp heba etmekten kaynaklanan kendi suçlarıdır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...