1 Aralık 2022 Perşembe

 ANTROPOLOJİK KAPİTALİZM - 10

 

 Eski toplumlardan ne öğrenebiliriz?

 J. Diamond'ın son kitabı “Eski Toplumlardan Neler Öğrenebiliriz?”,antropolojik-kapitalizm guruluğunda yeni bir doruk noktasıdır.

Kitap, antropolojinin artık başlıbaşına kapitalist “alternatif yaşam tarzı” ve “kişisel gelişim” sektörü haline getirilmesinin ifadesidir.

Orta sınıfların, beyaz yakaların, eğitimli emekçilerin, tekdüze, hareketsiz, stresli, sağlıksız, ruhsuz, şeyleşmiş endüstriyel yaşamdan artan rahatsızlıkları ve gelecek kaygıları, giderek büyüyen bir “alternatif antropolojik yaşam tarzı ve rehabilitasyon” sektörüne dönüştürülür.

Hippilikten yeni çağ dinlerine kadar alternatif anarşist yaşam tarzı akımları yeni değil.

Yeni olan tümüyle kapitalistleşmiş bir “antropoloji” sektörünün ortaya çıkması.

Fast food'a alternatif olarak geleneksel otantik köy yemekleri, bahçe içinde uzun yavaş toplu pazar kahvaltıları; endüstriyel stres ve tempoya alternatif olarak trafiğe kapalı yavaş yaşam alanları; yoga, dans, drama, perküsyon, egzersiz, bisiklet, bahçe-balkon tarımı, doğa kampı, doğa yürüyüşü, etkin dinleme, şiirsel hitabet, yüzyüze ilişki ve oyunlar, tartışma çözümü, moderatörlük, ve envai çeşit alternatif görünümlü yaşam etkinliğinin Türkiye'de de nasıl yaygınlaştığını biliyoruz.

Kapitalizmin emeği, insanı, doğayı son haddine kadar tüketme ve şeyleştirme sendromuna karşı, yeni ve daha yüksek toplumsal ihtiyaç alanlarının gelişiminin ve çeşitlenmesinin ifadesi.

Emeğin/insanın yeniden üretiminin daha üst, daha zengin toplumsallaşma nitelik ve ihtiyaçlarının ifadesi.

Ne var ki kapitalizme kökten karşıt ve daha gelişkin, daha zengin bir toplumsallaşma niteliği temelinden onu aşan bir proleter sosyalist mücadele program ve pratiğinin zayıf olduğu koşullarda, kapitalizm bu yeni ihtiyaçları da toplumsal-niteliksel içeriklerini boşaltıp biçimselleştirmekte, sermaye birikimi ve piyasa çeşitlendirmesine soğurmakta, buna göre dizayn etmekte zorlanmıyor.

 Emek-gücünün yeniden üretiminin tam-kapitalizasyonunda, neoliberal antropoloji ve dolayısıyla, “antropolojik kapitalizm” yeniden karşımıza çıkıyor.

Anaakım burjuva antropolojisi artık yalnızca yerlileri, prekapitalist ve geleneksel toplum ve kesimleri yağmalamanın bir aracı olmakla kalmaz.

 En gelişmiş kapitalist ülkeler dahil, modern kentli kitlelerin de sömürülmesinin bir aracı haline geliyor.

Eski tarz piyasa araştırma teknik ve şirketlerini yetersiz bulan tekeller, piyasa antropologları istihdam ediyor.

Modern sömürü ve piyasa antropolojisi şirketleri ortaya çıkıyor.

Neoliberal antropoloji emperyalist kapitalizmi doğallaştırmakla kalmıyor, onun ürettiği insanlık-dışı bir dünyaya antropolojik ütopizm satıyor.

 “Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir.

İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur.

Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır.

Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın  duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur.

Halkın afyonudur.

Bu nedenlerle de, halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemektir.”

 Marx'ın din için belirttikleri, burjuva antropolojisinin kapitalizm mazeretçisi ve meşrulaştırıcısı karakteri; her şeyin naylondan olduğu bir dünyada insanın sahiciliğinin nostaljik “eski/altın çağ”lar veya  kapitalizmin onlarla (ve gelenek, din, topluluk/cemaatler) harmanlanarak realize ve ütopize edilmesi, insanın mega-şeyleşmişliğin eski “sahici-organikliğine” iç geçirmesi, insansız ve bilimsiz bir dünyanın “insan bilimi”dir.

 Kitlelerin ister “taş devri diyetleri”, “takas-armağanlaşma”, “antropolojik kişisel gelişim ve yaşam tarzı” biçimiyle ister “geleneksel kültür, topluluk/cemaat, din” biçimleriyle, ister “post-kolonyalizm, post-emperyalizm” biçimiyle olsun, afyonudur.

Kapitalizmin son on yıllarda prekapitalist toplumlar antropolojisinin üretildiği sistem olmaktan, bizzat kendisinin antropolojik inceleme araştırmaların konusu haline gelmesi de, bunun hem sonuç hem nedenlerinden biridir.

 Böylece kapitalizmde de her şeyin antropolojisi; örneğin paranın, siyasetin, medyanın, güvenliğin vb- mümkün hale gelir, ama bu biçimiyle antropoloji, şeysel ilişkilere “insani” bir kılık geçirerek meşrulaştırmayı sağlayan büyülü bir kavram gibi kullanılır.

 Örneğin Harari, insanlar arasındaki en güvenilir ilişki biçimi paradır, türü bir zırva yumurtladığında, yaptığı “paranın antropolojisi”dir.

 Böylece insanlar arası ilişkileri şeyleştiren paranın, iç yüzündeki gerçek toplumsal ilişkileri açığa çıkartacak bilimsel-eleştirel ekonomi-politik kovulur,  yerine, antropoloji adı altında, dönüp paraya “insanileştirici” bir mazaret ve meşrulaştırma kılıfı geçirilir.

Örneğin post-modern iktidar (Foucault) veya post-kolonyalizm (Edward Said) kurgularında, üretim tarzı, toplumsal üretim ve egemenlik ilişkileri, sınıf mücadeleleri tümüyle inkar edilir, yerine insanların biyo-doğasını, bilinçli-bilinçsiz aklını ve duygusal yaşamını oluşturan/yöneten (idealist) “discourse” (Türkçeye “söylem” olarak çevrilir) antropolojisi geçirilir.

Böylece şu pek havalı antropoloji kavramını, somut tarihsel-toplumsal süreç ve ilişkilerin somut bilimsel-eleştirel analizi yerine, biyoloji, coğrafya, psikoloji, akıl, bilinç-altı, ya da canınız ne istiyorsa onunla açıklamış gibi yaparak, mazur göstermekte ve mistifiye etmekte kullanabilirsiniz!

Neoliberal antropoloji, kültür, kimlik, ırk, etnisite, “ortak duyu”lar (“değerler”), yaşam tarzı, topluluklar, cemaatler, biyoloji, psikoloji, gibi konulara yoğunlaşır, “sosyal (ve kültürel, entelektüel, geleneksel, coğrafi, vb) sermaye” mantığı çerçevesinde hareket eder.

 Yaşı epey ilerlemiş olan ancak sermaye trendlerini yakalayıp sahte-bilim aranjmanlarını yapma yeteneğinden bir şey kaybetmemiş, yazarımız yine işbaşında.

Bu kez bazı seçmece konularda, Paleolitik ve Neolitik toplumların yaşam ve ilişki tarzından türettiği anektodları, günümüz modern (kapitalist) yaşam tarzıyla karşılaştırıp ona uydurma işini üstleniyor.

Seçmece karşılaştırma-uyarlama konuları, tabii yine günümüz orta sınıfların ilgi ve kaygı duyduğu bazı yaşam alanı/tarzı sorunları, ve dolayısıyla antropo-neoliberalize edilmeye uygun yeni piyasa trendleridir:

Tehlike karşısında tutum, din, beslenme tarzı (diyet), çatışma çözümü, çocuk yetiştirme, dil-iletişim biçimleri, ve yaşlılara nasıl muamele edileceği...

 Seçtiği konular ve yaptığı çağlar ötesi karşılaştırmalar, elbette üretim ve mülkiyet ilişkilerini kapsamaz.

Örneğin göçebe avcı-toplayıcı toplumların sınıfsız, sömürüsüz, özel mülkiyetsiz, devletsiz, hiyerarşisiz, savaşsız, eşitlikçi, dayanışmacı, paylaşımcı toplumlar olma nitelikleri tümüyle es geçilir.

Kapitalist üretim, piyasa, devlet alanları zaten dokunulmazdır, es geçilir.

Bunları bir kez es geçince, çağlar ötesi “benzerlikler ve farklılıklar” üzerine istediğiniz kadar spekülatif-görüngüsel karşılaştırma-uyarlama yapabilirsiniz.

Neoliberal ölçme-karşılaştırma'da olduğu gibi, karşılaştırma-uyarlama'da da yöntem aynıdır.

Farklı çağlar, farklı üretim tarzları, farklı kültürlerin bir takım özellikleri, cımbızlanarak karşılaştırılır ve “daha başarılı” görünenden alınıp diğerine uyarlanır. Yapısalcılığın tarihsel diyalektik materyalizmi inkar ederek yerine geçirdiği şu eklektik-göreci “eklemlenme” modası, herhangi bir toplumsal sistemin herhangi bir görüngüsünü alıp keyfi biçimde bir diğerine yapıştırarak yapılan post-modern kurmacalara kapıyı ağzına kadar açmıştır.

Söylemeye gerek bile yok ki, neoliberal kapitalizm ile birlikte bu “eklemlen(dir)me” zanaatı, farklı toplumsal sistem ve kültürlerden, “kes” ve kapitalizme “yapıştır” kozmetik modası haline gelmiştir.

Modern ile geleneksel'in post-modern “eklemlenmesi”, sermaye için yeni bir altın madenidir.

Hele ki eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcılar veya eşitlikçi gelenekleri bir ölçüde sürdüren Neolitik toplumlar üzerinden yapılıyorsa, tadından yenmez!

“Paleolitik ve Neolitik kapitalizm” çeşitlemeleri karşınızdadır.

Diamond'ın, eski dediği toplumlardan çıkarmış göründüğü “yaşam tarzı ölçme/karşılaştırma” listeleri, onun her toplumun egemenlik altına alınabileceği, her birinin “en iyi performanslar”ının alınıp insanlığın evrensel kaderini belirleyecek bir tür “üstün-toplum”a soğurma iştahını gösterir.

21. yüzyıl Amerikan entelektüel sosyetesinin Bill Gatesler tarafından “seçilmiş” ve “kutsanmış” bir üyesinin, bunu “etno-merkezci neoliberalizm bilimi”ne borçlu olması şaşırtıcı olmasa gerek.

 Diamond'a göre modern toplumlar “WEİRD (batılı, eğitimli, sanayileşmiş, zengin ve demokratik) toplumlar”dır.

Eski toplumlar ise “birkaç düzineden birkaç bin kişiye kadar değişen düşük nüfus yoğunluklu küçük gruplar halinde yaşayan, avcı-toplayıcılık ya da tarım veya çobanlıkla geçinen küçük ölçekli toplumlardır.”

Diamond, diğer kitaplarında olduğu gibi, sınıflar, devlet, toplumsal karar ve güç paylaşımının olup olmadığı açısından bir karşılaştırma yapmaz.

WEİRD'in D'si burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskı aygıtını, bürokrasisini, polis, ordu, hapishanelerini gizlemekte kullanılır.

Geleneksel toplumların aslen düşük nüfus ölçeğiyle tanımlanması ise, neoliberal kapitalizm ve post-modern kültürünün toplum yerine topluluk/cemaat'i geçirme vasatına, uygundur.

 Neoliberal kapitalizm, 1960'larda antropolojinin teması olan “geleneksel topluluk” kavramını, 1990'lardan itibaren getirip “modern toplum” – aslen işçi sınıfını parçalayarak- yerine ikame etti.

Neoliberal siyaset, toplumla değil, özelleştirilmiş, rekabetçi, neo-korporativist yerel topluluklar ve kimliklerle yeniden tanımlandı.

Evrensel, kolektif, sınıfsal-toplumsal yapılar yerine, diğerlerini dışlayıcı, kendi yerel ekonomi, rekabet gücü, eğitim, sağlık, belediye ve asayişinden yükümlü olduğu varsayılan (buna zorlanan) neo-korporatif grupsal ve topluluksal aidiyetler geçirildi.

Üretim tarzı, geçim tarzı, ekonomi-politik, toplum, rejim, devlet analizlerinin yerini, kültür, kimlik, yaşam tarzı aldı.

Sosyal hak ve güvencelerin tasfiyesiyle, istihdam ve yoksulluk yönetimi de aynı zamanda bir kar aracı haline getirilen “merhamet”çi ve “hayırsever” topluluk politikalarına kaydırıldı.

 Neoliberal neo-korporatif topluluk (veya neo-cemaat) dizayn ve siyaseti, özetle, şu “sosyal sermaye” stratejisinin cisimleşmiş biçimidir.

Toplumun grupsal ve topluluksal (veya cemaatsal) aidiyetlere doğru çözülüp parçalanmak istendiği yerde, tarım, kent, göç, gecekondu, geçim stratejileri, toplumsal değişim gibi makro toplumsal sorunlarla uğraşır görünen sosyoloji çöktü. Toplumun yerine topluluk, üretim/geçim tarzı yerine kültür/yaşam tarzı'nın ikame edilirken, ekonomi-politik ve sosyolojinin yerini de neoliberal-antropoloji ya da antropolojik-neoliberalizm aldı.

 Diamond'ın yöntemi yine aynıdır:

Küçük nüfus ölçekli, yerel, eski dediği toplumlardan “ne öğrenebiliriz” havasında, tüm yaptığı, neoliberal kapitalizmin topluluk (“sosyal sermaye”) stratejisini realize etmektir.

Neoliberal topluluk/cemaat stratejisi Paleotik ve Neolitik toplumlara yansıtılır, sonra dönüp, bu toplumlar 10 binlerce yıl zarfında “genlerimizi, kültürümüzü, davranışlarımızı şekillendirmiştir” denilip neoliberal toplulukçuluk “insan doğası” yasası hükmüyle realize edilir.

Sınıfsız, devletsiz, “insan doğasına uygun” toplumlardan öğrenilmiş edasıyla, sunduğu neoliberal topluluk reçetelerinden bazıları şunlardır:

Eski toplumlar, çocuklarını akraba, komşu ve yaşlılar dahil elbirliğiyle yetiştirirlerdi. Biz de sosyal kreşleri ve çocuk yuvalarını kaldırarak, çocuk bakımını yerel gönüllü çocuk bakım ağlarına havale edebiliriz.

Eski toplumların bazıları (Orta Paleolitik) yaşlılara bakacak durumda olmadığından onları ölüme terkederdi, bazıları (Yukarı Paleolitik) yaşlıların bilgi ve deneyimine saygı gösterir, avcılık ya da tarımda çalışamayacak olsalar bile, alet yapımı, çocuk bakımı ve sosyal işlerde yer almalarını sağlarlardı, bazılarında ise (Göçebe çoban kavimler) yaşlılar tiranik “genomtokrasi” oluştururdu.

 Biz yaşlıları tabii ki öldürmeyelim, bilgi ve deneyimlerine saygı gösterelim, ama yaşlılar da sosyal güvenlik üzerinde yük olmasınlar, çalışsınlar.

Geleneksel toplumlar, besin kıtlığı riskine karşı, tek bir alandan azami verim almaya odaklanmak yerine, ekim alanları çeşitlendirirler, yedeklik ekim yaparken avcılık-toplayıcılığı da bırakmazlardı.

Biz de aç kalma tehlikesine karşı ekim ve geçim alanlarımızı çeşitlendirelim, böylece işsizliği ve açlığı da gönüllü topluluk ekonomisine devredebiliriz. Geleneksel toplumların dilleri ve dinleri, bizimki gibi ruhsuz ve rutin değildi, şiirsel, danslı, teatral, duygu ve anlam yüklüydü.

Biz de yaşamımıza dil kurslarıyla, daha başka diller öğrenerek daha fazla anlam katalım.

Geleneksel toplumlar, sertleşen tartışmaları, akraba, komşu ve yaşlıların devreye girmesiyle, yumuşatıp çatışmaya dönüşmeden çözerlerdi.

Bizim yargı sistemimiz iyi işlemiyor, yargının da bir kısmını "sivil toplum" ve "ortak değerler"e havale edelim...

Genel geçer ve yüzeysel sağduyuyla bakıldığında, çoğu kişiye cazip gelecek, “insan doğamıza uygun” ve “antropolojik” patentli bir yaşam tarzı reçetesi.

Tabii neoliberal kapitalist üretim, piyasa ve güç ilişkileri altında yaşadığımızı unutursak!

“Antropolojik neoliberalizm”in neoliberal sermaye trendlerine eşlik eden altyazılarını okuduğumuzdaysa, iç yüzü açığa çıkar: Çocuk (ve hasta, yaşlı, vd) bakımını yerel gönüllü bakım ağları yapmalı, çünkü anne-babalar çok çalışıyor ve daha çok çalışabilmeli.

Dikkat edilsin, Diamond parasız nitelikli sosyal kreşler, çocuk yuvaları, bakım evlerini söz konusu bile etmiyor.

 Tam tersine, bunların tasfiye edilmesiyle, bakım ve yeniden üretimin de “topluluklara” havale edilmesini realize ediyor.

Yaşlıların bilgi ve deneyiminden yararlanılsın, çalışmaya devam etsinler, yani mezarda emekli olsunlar.

Diamond, aynı neoliberal tonlamayla, yaşlı nüfus oranının artmasının sosyal güvenliğin taşıyamayacağı bir yük haline geldiği söyler.

“Yaşlılara antropolojik saygı” filminin altyazısından sosyal güvenliğin sermayeleştirilmesi, güvencesizleştirme, mezarda emeklilik ve ömür boyu, düşen ücretlerle çalışma... geçer.

 Gıda kıtlığına karşı yedek ve çeşitlendirilmiş ekim alanları, bunu kapitalistler yapmayacağına göre, bahçe ve topluluk tarımıdır.

Bir dönemki köydeki aileden gelen erzaklar ya da gecekondu bahçesinde ek geçimlik küçük tarım ve hayvancılık gibi, endüstriyel gıdanın ateş pahası olduğu günümüzde bir çok ülke ve şehirde yaygınlaşmaktadır.

Yedek geçimlik olarak katkısı olabilir ama ücretleri düşürmeye, işsizliği ve açları da topluluğa havale etmeye yarar.

Diğer tarafından herşeyinizi tek bir işe bağlamayın yedek işleriniz, iş çeşitlenmeniz olsun anlamıyla, esnek çalışma, ek işler yapma, kiralık işçi şirketleriyle birebirdir. Çatışma çözümü, neoliberal burjuva devletin, bazı polis ve yargı yetkilerini, “ortak duyu” mühendisliği çerçevesinde yerel ve topluluk egemenlerine devretmesidir.

 “Toplum destekli polislik”, “toplum destekli yargı”, uygulamaları bu çerçevededir.

Günümüz ABD'sinden ve Türkiyesi'nden ne anlama geldiğini iyi biliyoruz:

Irkçı, şoven, ataerkil, dinci-gerici linç histerileri ve saldırganlık.

 J. Diamond'a göre din, insan evriminin adaptasyon mekanizmalarından biridir.

Evrim ile din arasındaki karşıtlık ve çatışma günümüzde yeniden keskinleşirken, dini evrimci bir adaptasyon mekanizması olarak sunmak, ikisini iç içe geçirip uzlaştırıvermek, neoliberal biyo-evrimci teoloji bilimcimizden başka kimin aklına gelirdi?

Tüm yapıtlarında ve ele aldığı tüm konularda olduğu gibi, dini de tarihten soyutlayarak bir doğal evrimci uyum mekanizmasına, bir doğa yasasına indirgeyiverdiğini görürüz.

Din eskiden dünyayı açıklardı, ama bu işlevinde bilim tarafından aşıldı, diye din ile bilimi iyice birbirine karıştırır.

Din hiç bir zaman dünyayı açıklamadı, açıklar görünerek kurguladı ve gizemleştirdi.

Din orijinal işlevini yitirmiştir, ama, diye devam eder, "bugün en azından modern toplumlarda, endişeyi azaltıyor ve duygusal rahatlama sağlıyor, yoksa dünya manasız hala gelebilirdi."

Bu da bilimle kapıdan kovulan dinin, sahte bilim tarafından "biyo-evrimci, psikolojik adaptasyon mekanizması" olarak bacadan içeri alınmasıdır.

Neoklasik iktisat (marjinal faydacılık) yine iş başında!

Din "manasızlaşma tehlikesi içindeki modern yaşama" bir psikolojik uyum mekanizması olarak pek faydalıdır.

Diamond, alemlerin bilimcisi şanının hakkını vermek için burada duramaz.

Bu küflü bayağılığa da bir "bilim" efekti yapması gerekir.

"Genlerimiz, kültürümüz, davranışlarımız" modern yaşama (Diamond bir türlü "kapitalizm" diyemez!) uygun olmayan "dünün dünyasında (Paleolitik, Neolitik vb çağlarda-bn) şekillenmiştir."

Tıpkı midemizin "Paleolitik diyet"e (şekersiz, tuzsuz, "organik" beslenme -bn)  ihtiyaç duyması gibi, dinin mana verdiği eski çağlarda şekillenmiş beynimiz de bir "mana" arayış ve ihtiyacı içindedir.

İşte size, dini metafizik alemde değil ama, insanın biyo-genetiğinde keşfeden "evrimci teoloji"!

 "Eski dünya"da şekillenen "insan doğası", "modern yaşama" uymuyorsa, o zaman din bir evrimsel uyum aracı olmaya devam edebilir!

Din, "dünyayı açıklama işlevini" yitirmiş olsa bile manasız bir kapitalizmi "manalı bir kapitalizm" haline getirebilir!

 Yöntem hep aynıdır: Evrim kuramı çarpıtılarak "insan doğası", "insan doğası" adı altında da neoliberal kapitalizmin isterleri meşrulaştırılır.

Neoliberal din, gerçekte dinin olmadığı dönemlere (Paleolitik gibi) mal edilir, sonra dönüp, tarih ve toplum ötesi, genel geçer ve ölümsüz bir insani ihtiyaç ve yasa olarak sunulur.

 Uygarlık öncesi uzun ve eski çağlarda şekillenmiş "insan doğamız", "modern yaşama" uyum sağlayamıyorsa, post-modern "antropolojik kapitalizm" kolajları ne güne duruyor?

Hem "insan doğası" Robinsonsuz hiç olur mu?

Robinson Crusoe, ıssız adasında babasının dini öğütlerini dinlemediği için başına bu felaketlerin geldiğini düşünüp dine sarılır.

Oscarlı Cast Away'de Tom Hanks, çalıştığı tekelci şirkette yükselme hırsından başka bir amacı olmayan, eşiyle ilişkisi dahil tüm yaşam ve ilişkileri "business"in bir uzantısı olan bir neoliberal orta sınıf bireyi canlandırır.

Uçağı düşüp 4 yıl boyunca neoliberal yeni-Robinson olarak ıssız bir adada tek başına yaşamda kalma savaşı verirken, önce kendine hayali bir arkadaş yaratır ve sevgi, dostluk, mutluluk gibi şu eski güzel şeylerin öneminin farkına varır.

 Üretimin, emeğin, bilginin görülmemiş bir toplumsallaşma düzeyine çıktığı günümüzde, insanı her türlü toplumsal niteliğinden soyarak hiçleştiren mali oligarşik kapitalizm; kitlelerde sahici toplumsallaşma arayış ve ihtiyacının da nasıl yakıcılaştığının elbette farkındadır.

Toplumsal anlam ihtiyacı, gerçekte insanın sahici toplumsallaşma, toplumsallaşşarak özgürleşme ve özneleşme ihtiyacıdır.

Neoliberal kapitalizm ve pop-bilim endüstrisi ise ne yapar?

Bir antropolojik "manalar" pazarı açar, elde kalmış din, gelenek, insan doğası gibi tapon mallarını, şu eski güzel insani yasalar diye satar.

Hep aynı yöntem: Bağdaşmazlığın toplumsal üretici güçler ile kapitalist üretim ilişkileri arasında ve uzlaşmaz karşıt sınıflar arasında olduğunun örtülmesi.

Tüm sorun kapitalizmin gerçek insanlık-dışı işleyişi ile soyut ideal ifadesi ("insan doğası", vb) arasındaymış gibi gösterilerek, kapitalizmin geriye doğru fuzuli ve farazi antropolojik rehabilitasyonu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...