9 Ekim 2022 Pazar

 KÜLTÜR ÖRÜNTÜLERİ

 

 Apollo’ya bağlanan Greklerin sanısına göre “titanlık”,“barbarlık”, Dionysos’ca olmayanı kımıldatıcı bir etkiydi: öyle ki, onun şu göçüp giden titanlarla, kahramanlarla içten bir yakınlığının bulunduğunu gizlemek bile istemiyorlardı.

 Evet onun şunu da sezmesi gerekliydi:  Bütün güzellik ve ölçülülüğüyle tüm varlığı bilginin,  acının örtülü kalan temeline dayanıyordu.

 Onunla ilgili bu bilgiyi ancak Dionysos’ca davranan ortaya çıkarmıştır.

 İşte bak, Apollo, Dionysos’ca olmadan yaşayamadı.

 Nitekim “titanca”, “barbarca” olanlar da Apollo’ca olanlar gibi gerekliydi.

 Antropolog Ruth Benedict 1934 yılında yayınlamış olduğu Kültür Örüntüleri adlı kitabında bir süredir birlikte yaşadığı ve kendileriyle ilgili tüm bilgilere sahip olduğunu düşündüğü üç kabileyi, Pueblolar, Dobulular ve Kwakiutllar’ı, toplumsal hayatlarını düzenleyen gelenek, görenek ve ritüelleri karşılaştırarak sahip oldukları kültürel örüntüyü anlamaya ve bu örüntüler arasındaki farklılıkları ortaya koymaya çalışmaktadır.

 Benedict bu ilkel toplumlarda toplumsallaşmayı sağlayan temel kurumları ve ritüelleri diğer toplumlardan gösterdiği farklılıklara göre incelemiştir.

 Birbirlerinden oldukça farklı kültür örüntülerine sahip bu toplulukların evlilik, ensest, kıskançlık, aldatma ve boşanma, çocukluktan yetişkinliğe geçiş, üretim ve mülkiyet, emeğin örgütlenmesi, savaşma biçimleri, hastalık ve ölüm gibi farklı konular karşısındaki tutumlarını  inceler.

Fredrich W. Nietzsche’nin sanatın kökenlerini (özellikle tiyatro ve müzik) ele aldığı Tragedyanın Doğuşu adlı çalışmasında ileri sürdüğü Apolloncu ve Dionysosçu ikili ayrımını temel alarak sınıflandırmaya çalışmıştır.

Benedict çalışmasına antropolojiyi tanımlayarak ve antropoloji çalışmalarının neden önemli olduğunu açıklayarak başlar.

Antropoloji, toplumun oluşturucusu olarak insanın incelenmesidir ama bu incelemenin diğer toplumsal bilimlerden farklı yönleri vardır.

 Diğer disiplinler arasından antropolojinin ayırt edici özelliği, araştırmacının kendi toplumundan çok diğer toplumlara yönelik bir incelemenin peşinde olmasıdır.

 Antropolog kendi toplumundan çok, başka toplumları ve insan davranışlarını biçimlendiren görenekle ilgilenir.

 Amacı; “bu kültürlerin değişme ve farklılaşma yollarını, kendilerini dile getirmedeki farklı biçimlenmeleri ve bir toplumun geleneklerinin o toplumu oluşturan bireylerin yaşamlarındaki işlevlerinin şekillenme tarzlarını anlamaktır”.

Batı toplumu tarihsel koşulların sonucu olarak kendini dünyanın büyük bir bölümünde standart kabul ettirmiş ve böylelikle başka koşullar altında ortaya çıkması olanaksız sayılan insan davranışının tek biçimliği yönünde bir inancın kabul edilmesine yol açmıştır.

Hiçbir zaman bir yabancıyla karşılaşmayan, karşılaştığında da çoktan Avrupalılaşmış bir yabancı gören beyaz adam insan doğasıyla kendi kültür standartlarının birbirine denk olduğunu kabul etmektedir.

 Oysa en ilkel toplulukların arasında bile belirgin kültürel farklılıklar vardır ve Benedict’e göre bu görenekleri anlamak insanlara kendi toplumlarını anlamak hakkında da önemli ipuçları sağlayacağı gibi, çalışmasını yaptığı dönemde Avrupa’da yükselişe geçen milliyetçi ve ırkçı önyargıların geçersizliğini de ortaya koymuş olacaktır.

 Çünkü antropoloji, geçmişte Batı toplumunu ilkeller, barbarlar ve puta taparlardan farklılıklarına göre tanımlamış ve bu da ırkçı önyargıların temel nedeni olmuştur.

 Dolayısıyla yeni antropolojik incelemeler  milliyetçiliği ve ırkçı züppelikleri yerinden edecek bir potansiyele sahiptir.

Üstelik ırksal farklılıkların ve üstünlük hakları inancının yaygın olduğu Anglo- Sakson toplumunda en basit insan davranışındaki karmaşıklığı bilmek öğrenilirse toplumsal düzenle ilgili tartışmalar da belli bir açıklık kazanacaktır.

 Benedict, çalışmasında kültürlerin çeşitliliğine özellikle dikkat çeker.

 Taşınmaz mallarla bir arada ele alınan toplumsal hiyerarşi ve sahiplik şemaları, cinsel yaşamın değişik görünümleri, analık-babalık ilişkileri, ekonomik değişim gibi toplumsal yaşamın pek çok bileşenine törensel ve kültürel bir incelik eşlik etmekte ve tüm bunlar da toplumlara has farklı kültürlerin oluşmasına yol açmaktadır.

 Benedict’e göre bu kültürel farklılıklar insanların fiziksel zorunlulukları ve çevresel koşullar tarafından sunulan bir ortamda oluşmaktadır, dolayısıyla da kaçınılmazdırlar.

 Bu nedenle bu farklılıkları yadırgamak yerine hoşgörü göstermek gereklidir.

 Benedict şöyle demektedir: Basit ya da karmaşık her kültürel gezegendeki bilgelik büyük oranda farklılıklar karşısında gösterilen  hoşgörüden oluşur.

 Hiç bir insan, içinde yetişip, kültürel biçimlere göre yaşamadıkça başka kültürlere tümüyle katılamaz.

 Ancak kişi diğer kültürlere, o kültüre katılanların verdikleri önemi verebilir.

 Ne var ki çatışmaların ve gerilimin nedeni olarak farklılıklara odaklanmak yerine hoşgörü ile bir araya gelmeyi temel alan bu önerme kültürel bütünlüklere ve kültürel bütünleşmeye vurgu yapmaktadır ve daha sonra toplum bilimciler tarafından eleştirilecektir.

 Örneğin Pierre Bourdieu’ye göre kültürün birleştiriciliğinin özellikle ulus-devletlerin ortaya çıkışlarından itibaren, ulus-inşasının yapı harcı olarak kültürün kullanılması olağan bir durum olarak kabul edilmiştir.

 Devlet kültürel pazarın birleştirilmesine, hukuksal,  dilsel ölçülere ilişkin tüm kodları birleştirerek ve tüm iletişim biçimlerini, özellikle de bürokratik iletişimi türdeşleştirerek katkıda bulunmaktadır ve bu türdeşleşme ile birlikte kültürel birleşme, bir bakıma egemen bir dil ve kültürün meşru olarak dayatılmasına ve tüm diğerlerinin saygınsızlığın kucağına atılmasına yol açmaktadır.

 Türk ulus devlet inşası döneminde uygulanan kültür politikalarının eleştirisi de bu çerçevede pek çok tarihçi ve sosyal bilimci tarafından yapılmıştır ve yapılmaktadır.

 Benedict antropoloji, kültür, kültürel çeşitlilik ve kültürel bütünleşme ile ilgili kuramsallaştırma ve kavramsallaştırmayı ele aldığı bu ilk bölümden sonra New Mexico Pueblolar’ını, Yeni Gineli Dobuluları’ı ve Amerika’nın kuzeybatı sahilinde yaşayan Kwakiutl toplumunu incelemeye başlar.

 Ele aldığı ilk toplum olan Pueblolar üretim, mülk edinme, evlenme ve boşanma, ergenliğe geçiş, kuraklık, hastalık ve savaş gibi olgular karşısında sergiledikleri davranış kalıplarında ve ritüellerde oldukça barışçı bir anlayışı benimsemişlerdir.

 Anaerkil aile yapısına sahip olan bu topluluk yer aldığı coğrafyanın ve iklimin zorlu şartlarına rağmen üretim ve mülkiyette bireycilikten çok ortaklığın ön planda olduğu bir yaşam biçimini benimsemiştir.

 Oysa hemen yakınlarında yaşayan pek çok kabile toplumsal olaylar karşısında çatışmalara düşmekten geri kalmazlar.

Dahası bu kabileler (Benedict’in Nietzsche göndermelerini haklı çıkaracak bir şekilde) dans, alkol ve uyuşturucular ile kendilerinden geçerek bir sağgörüye ulaşma eğilimindedirler ki bu Pueblolar arasında rastlanılır bir şey değildir.

 Özellikle kendinden geçme haline dayanan bu çıkarım da Benedick’ti kültürleri Dionysosçu ve Apolloncu olarak tanımlamaya götürür:

 Pueblolar’la diğer Kuzey Amerika kültürleri arasındaki temel karşıtlığı Nietzsche, Yunan trajedisiyle ilgili çalışmasında [Tragedyanın Doğuşu] tanımlamış ve adlandırmıştır.

 Nietzsche bu konuda varoluş değerleriyle ilgili iki karşıt anlayışı tartışır.

 Dionysosçu “varoluş sınırlarını ve sıradan bağları yok etmeyi” arzular.

Bir Dionysosçu, beş duyusu tarafından ona dayandırılan sınırlardan kurtulduğu anı, bir başka deneyim dünyasına geçmek için en önemli an olarak görür.

 İster kişisel isterse ritüel düzeyde olsun, Dionysosçu arzu, söz konusu aşmayı sağlamak için bazı psikolojik hallere geçmeyi gerektirir.

 Onun aradığı duygu haline en çok benzeyen durumlar, sarhoşluk ve çılgınca yanılsamalar görülen anlardır.

 Apolloncu ise buna hiç güvenmez.

 Böylesi deneyimler üzerinde çok az düşünür.

 Onları bilinçli yaşamdan çıkarmak için anlamlar bulmaya çabalar.

 “Helenist ölçüler içinde Apolloncu kişi bir tek yasa bilir.”

 Bildiği haritanın içinde ortalama bir yol tutturur, zorlama psikolojik hallerle ilgilenmez, onlara karışmaz.

 Nietzsche’nin güzel ifadesiyle, dansın coşkun anında bile Apolloncu, “neyse o olarak kalır ve kendi yurttaşlık adını korur”.

 Yunanlılardan çok daha ilerlemiş Apolloncu kurumlara sahip Pueblolar ile Dionysosçu yakın komşu topluluklar arasında görülen bu farklılık Benedict’in incelediği ikinci topluluk olan Dobulular örneğinde daha da belirgin bir şekilde açığa çıkar.

 Dobulular Pueblo toplumunun tersine son derece kötücül bir kültürel örüntüye sahiptirler.

 Birbirlerine düşman dört köyden oluşan bu topluluğun temel karakterini kin ve intikam olguları oluşturur.

 Toplumsal örgütlenmelerinin kindarlık ve ihanet üzerine temellenmesinin nedeni bu duyguların toplumsal meziyetler olarak kabul edilmesidir.

 Dahası, evlilik gibi toplumsallaşmayı gerçekleştirmesi ve düşman Dobu köylerini akrabalık bağlarıyla birleştirmesi beklenen bir kurum bile tam tersine bu köyler arasında düşmanlığı yeniden üreten bir işleve sahiptir.

 Aile özelinde düşünüldüğünde bile kıskançlık, şüphe, mülkiyetin aşırı bireyselliği Dobu evlilik kurumunun her yanına sinmiş özelliklerdir .

 İş ilişkileri de farklı değildir; neredeyse tüm süreç aldatmalar ve dolandırıcılıklarla örülüdür.

 Hileli ticaret yapma önemlidir ve büyük değer verilir .

Tüm bunlardan sonra denilebilir ki Dobulular genelde  bir tür mani (delilik) hali içindedirler, onlar için tüm varoluş insafsız bir yarıştır ve bu yarış gizlice ve haince sürdürülür.

 Bu “delilik” hali Dobulular’ın tüm gelenek ve göreneklerine sinmiş durumdadır ve diğer davranış kalıplarıyla beraber Benedict’in Dionysosçu tanımına da denk düşmektedir.

 Kültür Örüntüleri’nde incelenen üçüncü topluluk Kuzey Amerika Pasifik sahil şeridinde yaşayan Kızılderili Kwakiutl toplumudur.

 Amerikan Kızılderileri’nin çoğunda olduğu gibi

bu sahil şeridinde yaşayan kabileler de Dionysosçudur.

 Dans bu kabilelerin ritüellerinde önemli bir yer tutar ve kabile üyeleri çoğu zaman kendilerinden geçene kadar dans ederler.

 Benedict, diğer topluluklarda olduğu gibi bu topluluğu da  yetişkinliğe geçiş, mülkiyet, evlilik, dinsel örgütlenme, alış-veriş, yas tutma ve savaş gibi olgular açısından ele alır ve benzerliklere/farklılıklara değinir.

 Diğer taraftan potlaç gibi sadece Kwaikiutl toplumu tarafından uygulanan ritüellere de dikkat çeker.

 Benedict daha önce incelediği topluluklarda olduğu gibi bu topluluğu da Batı toplumu ile kıyaslamaktan geri kalmaz.

 Kıyaslamalar farklılıkların yanı sıra benzerlikleri de belirleme amacı taşır.

 Bu yöntem, Benedict’in “ilkel” ya da “gelişmiş” tüm toplumların kültürel örüntülerinde bulunan ortaklıkları belirleyerek bütüncül bir kültürü işaret etme amacı olarak da görülebilir.

 Ancak bu üç kültürün taşıdığı benzerlikler onların aynı örüntüyle açıklanabileceği anlamına da gelmez.

 Benedict’in de belirttiği gibi; “Hiçbir toplum başka toplumun terimleriyle yargılanamaz; çünkü bunlar temelde birbirleriyle karşılanamaz olgulardır.

 Benedict’in çalışması boyunca dikkat çektiği kültürel bütünleşme farklı nedenlerle gerçekleşmemiş olabilir:

 Örneğin Kuzey Amerika kıyılarındaki bölgede topluluklar, kendi kültürlerindeki tipik kabilelerle yakın ilişki olanağını yitirmiş ve yabancı etkilere açık kalmışlardır.

 Yine Benedict’e göre başka tarihsel koşullar,  başka durumlarda bazı kültürlerde bütünleşme eksikliğinin sorumlusudur.

 İlk bakışta tek bir kültür örüntüsüne sahipmiş gibi görülen kozmopolit Batı uygarlığı da aslında kültürel bütünleşme eksikliğinin aşırı bir örneği olarak resmedilmektedir.

Toplumun tabakalara bölünmüş ve farklı sosyal grupların aynı anda ve aynı yerde, farklı standartlarla ve farklı güdülere davranarak yaşaması bu parçalanmışlığa işaret eder.

Ancak Batı toplumu coğrafi açıdan bütünleşmiş ilkel topluluklar gibi ele alındığında, antropolojik anlamda, dünyanın değişik köşelerinde bulunabilecek tek biçimli  bir kozmopolit kültürün varlığı görülmektedir

 Bu iddia Benedict’in bütüncül kültür idealinin bir yansımasıdır ve yukarda da bahsedildiği gibi sonraki yıllarda yapılan eleştirilerin odak noktasında yer alır.

 Benedict, üç toplumun kültürel örüntülerini ele aldığı çalışmasını, toplumları oluşturan bireylerin içinde yaşadıkları kültürden farklı davranışlarını inceleyerek bitirir.

 Benedict’e göre toplum onu oluşturan bireylerden ayrı bir bütünlük değildir ve hiçbir birey katıldığı kültür olmaksızın kendi gizilgüçlerinin eşiğinden içeri adım atamaz.

 İnsanların çoğu kültürlerin yapısıyla şekillenirler ancak toplum ve birey arasında göz ardı edilemeyecek bir çatışma da vardır.

 Tüm çalışması boyunca incelenen ilkel toplumlarda o toplumların geneli tarafından aptallık ya da delilikle itham edilen ancak hiç de böyle olmayan bireysel sapmalar görülmüştür.

 Benzer sapmalar, örneğin homoseksüellik, modern Batı toplumunun bireyleri arasında da görülmektedir.

 Oysa bunlar kendi kültür örüntüleri içinde incelendiğinde “psikopatlık” ya da “sapma” diye nitelendirilemeyecek davranışlardır.

 Kültürleri kendi örüntüleri içinde incelemek kültürel göreceliğin kabulünü gerektirir ve kültürel göreceliğin kabul edilmesi, hiçbir mutlakçı felsefeye gerek duymayan kendi değerlerini ortaya koyacak, geleneksel düşüncelere meydan okuyacak ve onlarda yakıcı rahatsızlıklara neden olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...