KÜLTÜR ÖRÜNTÜLERİ
Apollo’ya bağlanan Greklerin sanısına göre “titanlık”,“barbarlık”,
Dionysos’ca olmayanı kımıldatıcı bir etkiydi: öyle ki, onun şu göçüp giden
titanlarla, kahramanlarla içten bir yakınlığının bulunduğunu gizlemek bile
istemiyorlardı.
Evet onun şunu da sezmesi gerekliydi: Bütün güzellik ve
ölçülülüğüyle tüm varlığı bilginin, acının örtülü kalan temeline
dayanıyordu.
Onunla ilgili bu bilgiyi ancak Dionysos’ca davranan ortaya
çıkarmıştır.
İşte bak, Apollo, Dionysos’ca olmadan yaşayamadı.
Nitekim “titanca”, “barbarca” olanlar da Apollo’ca olanlar gibi
gerekliydi.
Antropolog Ruth Benedict 1934 yılında yayınlamış olduğu Kültür
Örüntüleri adlı kitabında bir süredir birlikte yaşadığı ve
kendileriyle ilgili tüm bilgilere sahip olduğunu düşündüğü üç kabileyi, Pueblolar,
Dobulular ve Kwakiutllar’ı, toplumsal hayatlarını düzenleyen gelenek, görenek
ve ritüelleri karşılaştırarak sahip oldukları kültürel örüntüyü anlamaya ve bu
örüntüler arasındaki farklılıkları ortaya koymaya çalışmaktadır.
Benedict bu ilkel toplumlarda toplumsallaşmayı sağlayan temel
kurumları ve ritüelleri diğer toplumlardan gösterdiği farklılıklara göre
incelemiştir.
Birbirlerinden oldukça farklı kültür örüntülerine sahip bu
toplulukların evlilik, ensest, kıskançlık, aldatma ve boşanma, çocukluktan
yetişkinliğe geçiş, üretim ve mülkiyet, emeğin örgütlenmesi, savaşma biçimleri,
hastalık ve ölüm gibi farklı konular karşısındaki tutumlarını inceler.
Fredrich W. Nietzsche’nin sanatın kökenlerini (özellikle tiyatro ve müzik)
ele aldığı Tragedyanın Doğuşu adlı çalışmasında ileri sürdüğü
Apolloncu ve Dionysosçu ikili ayrımını temel alarak sınıflandırmaya
çalışmıştır.
Benedict çalışmasına antropolojiyi tanımlayarak ve antropoloji
çalışmalarının neden önemli olduğunu açıklayarak başlar.
Antropoloji, toplumun oluşturucusu olarak insanın incelenmesidir ama
bu incelemenin diğer toplumsal bilimlerden farklı yönleri vardır.
Diğer disiplinler arasından antropolojinin ayırt edici özelliği,
araştırmacının kendi toplumundan çok diğer toplumlara yönelik bir incelemenin
peşinde olmasıdır.
Antropolog kendi toplumundan çok, başka toplumları ve insan
davranışlarını biçimlendiren görenekle ilgilenir.
Amacı; “bu kültürlerin değişme ve farklılaşma
yollarını, kendilerini dile getirmedeki farklı biçimlenmeleri ve bir
toplumun geleneklerinin o toplumu oluşturan bireylerin yaşamlarındaki
işlevlerinin şekillenme tarzlarını anlamaktır”.
Batı toplumu tarihsel koşulların sonucu olarak kendini dünyanın büyük bir
bölümünde standart kabul ettirmiş ve böylelikle başka koşullar altında ortaya
çıkması olanaksız sayılan insan davranışının tek biçimliği yönünde bir inancın
kabul edilmesine yol açmıştır.
Hiçbir zaman bir yabancıyla karşılaşmayan, karşılaştığında da çoktan
Avrupalılaşmış bir yabancı gören beyaz adam insan doğasıyla kendi
kültür standartlarının birbirine denk olduğunu kabul etmektedir.
Oysa en ilkel toplulukların arasında bile belirgin kültürel
farklılıklar vardır ve Benedict’e göre bu görenekleri anlamak insanlara kendi
toplumlarını anlamak hakkında da önemli ipuçları sağlayacağı gibi, çalışmasını
yaptığı dönemde Avrupa’da yükselişe geçen milliyetçi ve ırkçı önyargıların
geçersizliğini de ortaya koymuş olacaktır.
Çünkü antropoloji, geçmişte Batı toplumunu ilkeller, barbarlar ve
puta taparlardan farklılıklarına göre tanımlamış ve bu da ırkçı önyargıların
temel nedeni olmuştur.
Dolayısıyla yeni antropolojik incelemeler milliyetçiliği ve ırkçı
züppelikleri yerinden edecek bir potansiyele sahiptir.
Üstelik ırksal farklılıkların ve üstünlük hakları inancının yaygın olduğu
Anglo- Sakson toplumunda en basit insan davranışındaki karmaşıklığı bilmek
öğrenilirse toplumsal düzenle ilgili tartışmalar da belli bir açıklık
kazanacaktır.
Benedict, çalışmasında kültürlerin çeşitliliğine özellikle dikkat
çeker.
Taşınmaz mallarla bir arada ele alınan toplumsal hiyerarşi ve
sahiplik şemaları, cinsel yaşamın değişik görünümleri, analık-babalık
ilişkileri, ekonomik değişim gibi toplumsal yaşamın pek çok bileşenine törensel
ve kültürel bir incelik eşlik etmekte ve tüm bunlar da toplumlara has farklı
kültürlerin oluşmasına yol açmaktadır.
Benedict’e göre bu kültürel farklılıklar insanların fiziksel
zorunlulukları ve çevresel koşullar tarafından sunulan bir ortamda
oluşmaktadır, dolayısıyla da kaçınılmazdırlar.
Bu nedenle bu farklılıkları yadırgamak yerine hoşgörü göstermek
gereklidir.
Benedict şöyle demektedir: Basit ya da karmaşık her kültürel
gezegendeki bilgelik büyük oranda farklılıklar karşısında
gösterilen hoşgörüden oluşur.
Hiç bir insan, içinde yetişip, kültürel biçimlere
göre yaşamadıkça başka kültürlere tümüyle katılamaz.
Ancak kişi diğer kültürlere, o kültüre katılanların verdikleri
önemi verebilir.
Ne var ki çatışmaların ve gerilimin nedeni olarak farklılıklara
odaklanmak yerine hoşgörü ile bir araya gelmeyi temel alan bu önerme kültürel
bütünlüklere ve kültürel bütünleşmeye vurgu yapmaktadır ve daha sonra toplum
bilimciler tarafından eleştirilecektir.
Örneğin Pierre Bourdieu’ye göre kültürün birleştiriciliğinin
özellikle ulus-devletlerin ortaya çıkışlarından itibaren, ulus-inşasının yapı
harcı olarak kültürün kullanılması olağan bir durum olarak kabul edilmiştir.
Devlet kültürel pazarın birleştirilmesine,
hukuksal, dilsel ölçülere ilişkin tüm kodları birleştirerek ve tüm
iletişim biçimlerini, özellikle de bürokratik iletişimi türdeşleştirerek
katkıda bulunmaktadır ve bu türdeşleşme ile birlikte kültürel birleşme, bir
bakıma egemen bir dil ve kültürün meşru olarak dayatılmasına ve tüm
diğerlerinin saygınsızlığın kucağına atılmasına yol açmaktadır.
Türk ulus devlet inşası döneminde uygulanan kültür politikalarının
eleştirisi de bu çerçevede pek çok tarihçi ve sosyal bilimci tarafından
yapılmıştır ve yapılmaktadır.
Benedict antropoloji, kültür, kültürel çeşitlilik ve kültürel
bütünleşme ile ilgili kuramsallaştırma ve kavramsallaştırmayı ele aldığı bu ilk
bölümden sonra New Mexico Pueblolar’ını, Yeni Gineli Dobuluları’ı ve
Amerika’nın kuzeybatı sahilinde yaşayan Kwakiutl toplumunu incelemeye başlar.
Ele aldığı ilk toplum olan Pueblolar üretim, mülk edinme, evlenme ve
boşanma, ergenliğe geçiş, kuraklık, hastalık ve savaş gibi olgular karşısında
sergiledikleri davranış kalıplarında ve ritüellerde oldukça barışçı bir
anlayışı benimsemişlerdir.
Anaerkil aile yapısına sahip olan bu topluluk yer aldığı coğrafyanın
ve iklimin zorlu şartlarına rağmen üretim ve mülkiyette bireycilikten çok
ortaklığın ön planda olduğu bir yaşam biçimini benimsemiştir.
Oysa hemen yakınlarında yaşayan pek çok kabile toplumsal olaylar
karşısında çatışmalara düşmekten geri kalmazlar.
Dahası bu kabileler (Benedict’in Nietzsche göndermelerini haklı çıkaracak
bir şekilde) dans, alkol ve uyuşturucular ile kendilerinden geçerek bir
sağgörüye ulaşma eğilimindedirler ki bu Pueblolar arasında rastlanılır bir
şey değildir.
Özellikle kendinden geçme haline dayanan bu çıkarım da Benedick’ti
kültürleri Dionysosçu ve Apolloncu olarak
tanımlamaya götürür:
Pueblolar’la diğer Kuzey Amerika kültürleri arasındaki temel
karşıtlığı Nietzsche, Yunan trajedisiyle ilgili çalışmasında [Tragedyanın
Doğuşu] tanımlamış ve adlandırmıştır.
Nietzsche bu konuda varoluş değerleriyle ilgili iki karşıt anlayışı
tartışır.
Dionysosçu “varoluş sınırlarını ve sıradan bağları yok etmeyi”
arzular.
Bir Dionysosçu, beş duyusu tarafından ona dayandırılan sınırlardan
kurtulduğu anı, bir başka deneyim dünyasına geçmek için en önemli an olarak görür.
İster kişisel isterse ritüel düzeyde olsun, Dionysosçu arzu, söz
konusu aşmayı sağlamak için bazı psikolojik hallere geçmeyi gerektirir.
Onun aradığı duygu haline en çok benzeyen durumlar, sarhoşluk ve
çılgınca yanılsamalar görülen anlardır.
Apolloncu ise buna hiç güvenmez.
Böylesi deneyimler üzerinde çok az düşünür.
Onları bilinçli yaşamdan çıkarmak için anlamlar bulmaya çabalar.
“Helenist ölçüler içinde Apolloncu kişi bir tek yasa bilir.”
Bildiği haritanın içinde ortalama bir yol tutturur, zorlama
psikolojik hallerle ilgilenmez, onlara karışmaz.
Nietzsche’nin güzel ifadesiyle, dansın coşkun anında bile Apolloncu,
“neyse o olarak kalır ve kendi yurttaşlık adını korur”.
Yunanlılardan çok daha ilerlemiş Apolloncu kurumlara sahip Pueblolar
ile Dionysosçu yakın komşu topluluklar arasında görülen bu farklılık
Benedict’in incelediği ikinci topluluk olan Dobulular örneğinde daha da
belirgin bir şekilde açığa çıkar.
Dobulular Pueblo toplumunun tersine son derece kötücül bir kültürel
örüntüye sahiptirler.
Birbirlerine düşman dört köyden oluşan bu topluluğun temel
karakterini kin ve intikam olguları oluşturur.
Toplumsal örgütlenmelerinin kindarlık ve ihanet üzerine temellenmesinin
nedeni bu duyguların toplumsal meziyetler olarak kabul edilmesidir.
Dahası, evlilik gibi toplumsallaşmayı gerçekleştirmesi ve düşman Dobu
köylerini akrabalık bağlarıyla birleştirmesi beklenen bir kurum bile tam tersine
bu köyler arasında düşmanlığı yeniden üreten bir işleve sahiptir.
Aile özelinde düşünüldüğünde bile kıskançlık, şüphe, mülkiyetin aşırı
bireyselliği Dobu evlilik kurumunun her yanına sinmiş özelliklerdir .
İş ilişkileri de farklı değildir; neredeyse tüm süreç aldatmalar ve
dolandırıcılıklarla örülüdür.
Hileli ticaret yapma önemlidir ve büyük değer verilir .
Tüm bunlardan sonra denilebilir ki Dobulular genelde bir tür
mani (delilik) hali içindedirler, onlar için tüm varoluş insafsız bir yarıştır ve
bu yarış gizlice ve haince sürdürülür.
Bu “delilik” hali Dobulular’ın tüm gelenek ve göreneklerine sinmiş
durumdadır ve diğer davranış kalıplarıyla beraber Benedict’in Dionysosçu
tanımına da denk düşmektedir.
Kültür Örüntüleri’nde incelenen üçüncü topluluk Kuzey Amerika
Pasifik sahil şeridinde yaşayan Kızılderili Kwakiutl toplumudur.
Amerikan Kızılderileri’nin çoğunda olduğu gibi
bu sahil şeridinde yaşayan kabileler de Dionysosçudur.
Dans bu kabilelerin ritüellerinde önemli bir yer tutar ve kabile üyeleri
çoğu zaman kendilerinden geçene kadar dans ederler.
Benedict, diğer topluluklarda olduğu gibi bu topluluğu
da yetişkinliğe geçiş, mülkiyet, evlilik, dinsel örgütlenme,
alış-veriş, yas tutma ve savaş gibi olgular açısından ele alır ve
benzerliklere/farklılıklara değinir.
Diğer taraftan potlaç gibi sadece Kwaikiutl toplumu tarafından
uygulanan ritüellere de dikkat çeker.
Benedict daha önce incelediği topluluklarda olduğu gibi bu topluluğu
da Batı toplumu ile kıyaslamaktan geri kalmaz.
Kıyaslamalar farklılıkların yanı sıra benzerlikleri de belirleme
amacı taşır.
Bu yöntem, Benedict’in “ilkel” ya da “gelişmiş” tüm toplumların
kültürel örüntülerinde bulunan ortaklıkları belirleyerek bütüncül bir kültürü
işaret etme amacı olarak da görülebilir.
Ancak bu üç kültürün taşıdığı benzerlikler onların aynı örüntüyle
açıklanabileceği anlamına da gelmez.
Benedict’in de belirttiği gibi; “Hiçbir toplum başka toplumun
terimleriyle yargılanamaz; çünkü bunlar temelde birbirleriyle karşılanamaz
olgulardır.
Benedict’in çalışması boyunca dikkat çektiği kültürel bütünleşme
farklı nedenlerle gerçekleşmemiş olabilir:
Örneğin Kuzey Amerika kıyılarındaki bölgede topluluklar, kendi
kültürlerindeki tipik kabilelerle yakın ilişki olanağını yitirmiş ve yabancı
etkilere açık kalmışlardır.
Yine Benedict’e göre başka tarihsel koşullar, başka
durumlarda bazı kültürlerde bütünleşme eksikliğinin sorumlusudur.
İlk bakışta tek bir kültür örüntüsüne sahipmiş gibi görülen
kozmopolit Batı uygarlığı da aslında kültürel bütünleşme eksikliğinin aşırı bir
örneği olarak resmedilmektedir.
Toplumun tabakalara bölünmüş ve farklı sosyal grupların aynı anda ve aynı
yerde, farklı standartlarla ve farklı güdülere davranarak yaşaması bu
parçalanmışlığa işaret eder.
Ancak Batı toplumu coğrafi açıdan bütünleşmiş ilkel topluluklar gibi ele
alındığında, antropolojik anlamda, dünyanın değişik köşelerinde bulunabilecek
tek biçimli bir kozmopolit kültürün varlığı görülmektedir
Bu iddia Benedict’in bütüncül kültür idealinin bir yansımasıdır ve
yukarda da bahsedildiği gibi sonraki yıllarda yapılan eleştirilerin odak
noktasında yer alır.
Benedict, üç toplumun kültürel örüntülerini ele aldığı çalışmasını,
toplumları oluşturan bireylerin içinde yaşadıkları kültürden farklı
davranışlarını inceleyerek bitirir.
Benedict’e göre toplum onu oluşturan bireylerden ayrı bir bütünlük
değildir ve hiçbir birey katıldığı kültür olmaksızın kendi gizilgüçlerinin
eşiğinden içeri adım atamaz.
İnsanların çoğu kültürlerin yapısıyla şekillenirler ancak toplum ve
birey arasında göz ardı edilemeyecek bir çatışma da vardır.
Tüm çalışması boyunca incelenen ilkel toplumlarda o toplumların
geneli tarafından aptallık ya da delilikle itham edilen ancak hiç de böyle
olmayan bireysel sapmalar görülmüştür.
Benzer sapmalar, örneğin homoseksüellik, modern Batı toplumunun
bireyleri arasında da görülmektedir.
Oysa bunlar kendi kültür örüntüleri içinde incelendiğinde
“psikopatlık” ya da “sapma” diye nitelendirilemeyecek davranışlardır.
Kültürleri kendi örüntüleri içinde incelemek kültürel göreceliğin
kabulünü gerektirir ve kültürel göreceliğin kabul edilmesi, hiçbir mutlakçı
felsefeye gerek duymayan kendi değerlerini ortaya koyacak, geleneksel
düşüncelere meydan okuyacak ve onlarda yakıcı rahatsızlıklara neden olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder