19 Ocak 2023 Perşembe

 ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI

 

 

Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülmektedir.

 

Örneğin, dünyamız dışındaki yaşam araştırmaları için astronomi, biyoloji ve hatta kimya bilimleri güçlerini birleştirmiş ve böylece ortaya astrobiyoloji, astrokimya gibi bilim dalları çıkmıştır.

 

Bunun gibi, özellikle son dönemde nöroloji (sinir bilimi) ile farklı disiplinlerin ortaklaşa çalışmasıyla nörobiyoloji, nörokuantoloji gibi bilim dallarından söz edebilmekteyiz.

 

Günümüz bilim anlayışında yeni fikirler ortaya atabilmek ve bu fikirleri destekleyici veriler bulabilmek bazen farklı bilim dallarının ortak çalışmasıyla mümkün olabilmektedir.

 

Belirli bir konuda araştırma yaparken yalnızca tek bir bilim dalının verileriyle çalışmak yetersiz kalabilmektedir.

 

Bu nedenle, ilgili araştırma konusu hakkında doğru sonuçlara ulaşabilmek birçok farklı açıdan yaklaşım yapmayı gerektirmektedir.

 

Bu makalede, son dönemde disiplinlerarası bilim dallarında gerçekleştirilen deneylerin sonuçlarına dayanarak şamanizmin kökeninde yar alan ve günümüze kadar hiç araştırılmayan, görmezden gelinen olgular bilimin verileri kullanılarak açıklanmaya çalışılmıştır.

 

Bugüne kadar şamanizmi konu alan sayısız makale ve kitap yazılagelmiştir.

 

Bunların büyük bir çoğunluğunda şamanlar, klasik olarak şifacı veya ruhsal yolculuk gerçekleştirebilen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapabilen gizemli kişiler olarak tanımlanmıştır.

 

Türk kültüründe oldukça önemli bir yere sahip  olan şamanların (kam, böge, bakşı, ojun, udagan) iç  dünyalarının veya zihinsel yapılarının sıradan insanlardan farklı olduğu genel kabul edilen bir görüştür.

 

Şamanların ruhsal yolculuk yapabildikleri sürekli olarak tekrarlanan bir olgu olsa da aslında bilim insanlarının ve araştırmacıların çoğu şamanların bu yolculukları nasıl yapabildikleri üzerine görüş belirtememişlerdir.

 

Şamanlarla ve ritüelleriyle ilgili ortaya atılan görüşler bu nedenle çok yüzeysel ve teorik kalmıştır.

 

Halbuki, şamanizmi ve şamanları, onların iç dünyalarını doğru olarak ifade edebilmek için nöroloji, astronomi, botanik, biyoloji, hatta ve hatta kuantum fiziği ve kuantum biyoloji gibi bilim dallarından destek alınmalıdır.

 

Sadece dini ve sosyolik ögelerle  Şamanizm tam olarak anlaşılamaz.

 

Disiplinlerarası düşünerek bütüncül bir bakış açısı altında şamanizm masaya yatırılmalıdır.

 

Ancak o zaman şamanın kendi ve toplumu için taşıdığı değer geniş bir perspektiften bakılarak algılanabilir olur.

 

Şamanlar söz konusu olduğunda klasik bilim görüşünün konuya yalnızca teorik ve yüzeysel baktığı, bu nedenle de şamanizmin mistik veya ezoterik olarak düşünülmesi gerektiği algısı ortaya çıkmıştır.

 

Şamanların sahip olduğu birtakım yeteneklerin bilimsel yöntemlerle nasıl açıklanabileceği hiç düşünülmemiş, düşünülse de şamanizme yalnızca sosyolojik ve dinsel açıdan bakılmış, şamanların olağandışı zihinsel yetenekleri bir türlü bilimsel “veri” olarak tanımlanamamıştır.

 

Bunun nedenlerinden biri şamanizm araştırmalarının yalnızca sosyologlar, tarihçiler veya Türkologlar tarafından yapılıyor olmasıdır.

 

Bir sinir bilimcisinin veya kuantum fizikçisinin şamanizm ile ilgilenmesi ve bu konuyla ilgili bilimsel bir araştırma yapmış olması ülkemizde pek sık rastlanan bir durum değildir.

 

İkinci neden ise disiplinlerarası çalışmaların ülkemizde maalesef henüz farkına bile varılamamış olmasıdır.

 

Halbuki en basitinden şamanların o veya bu şekilde zihinlerinde gördükleri ve tasarladıkları şekiller, desenler, sahneler ve de bunların kaya üstlerine, mağara duvarlarına ve daha sonra halı ve kilimlerimize resmedilmiş olmaları bilimsel bir “veri”dir.

 

Şamanların bazı hastaları iyileştirebilme yetenekleri bilimsel bir “veri”dir.

 

Şamanların insanüstü veya doğaüstü denilen “geleceği görme”, “telepati” gibi terimlerle açıklanan fenomenleri gerçekleştiriyor olmaları da bilimsel bir “veri”dir.

 

Çünkü bu olgu çok kez gözlenmiştir, fakat ne yazık ki akademisyenler tarafından sürekli görmezden gelinmiştir.

 

Sık olarak gözlenen bu durumların veri sınıfına alınmaması ya da daha doğru bir söylemle görmezden gelinmesi bilimin yöntemi olamaz.

 

Görmezden gelmek, bilimsel kılıflara uymuyor demek, bilimsel değil bilim dışı bir yöntemdir.

 

Bilim, verileri elinin tersiyle itmez, aksine olayların üstüne gider, araştırır, veri toplar ve olumlu veya olumsuz bir sonuç sunar.

 

Şamanların bitkileri ve hayvanları duyabildikleri, onların ruhlarıyla iletişime geçebildikleri veya en azından haklarında öyle düşünüldüğü bilinen bir olgudur.

 

Basit deyimle, şamanlar doğada gerçekleşiyor olan birtakım fenomenlerin farkındadırlar veya bunu algılama konusunda sıradan insanlardan daha hassastırlar.

 

Burada şamanizme bir gizem, mistik bir olay gözüyle bakılırsa şamanların garip ve anlaşılamaz davranışlarından dolayı onlara bu gibi şeylerin atfedildiği veya yakıştırıldığı fikri ortaya atılabilir.

 

Ruh” terimi, mistik, ezoterik bir kavram olduğundan, yalnızca bu kelimenin çağrıştırdığı algı nedeniyle çoğu bilim insanının şamanizmi bilimsel araştırmalara

konu edemeyecek olması öngörülebilir.

 

Fakat, burada 'ruh' terimine dinsel veya ezoterik değil de fiziksel bir gerçeklikmiş gibi bakıldığında sorun da ortadan kalkmış olacaktır.

 

Örneğin, kızılötesi kameraların biz insanlar gibi yaşam formlarını algılayabiliyor olmasının nedeni  insan bedeninin, daha doğrusu bedeni oluşturan hücrelerin saldığı ışınımdır.

 

Bu ışınımı kızılötesi kamera teknolojisi henüz ortaya çıkmamışken görme kabiliyetine sahip veya algıları buna hassas olan hipotetik bir kişi, bağlantısından ulaşılabilir.

 

Pekala onu 'ruh' veya 'ruhlar' şeklinde tanımlayabilirdi.

 

O halde, yalnızca gelenekselleşmiş bir kelimeye takılıp, onun ardına sığınıp bu şekilde olası verileri görmezden gelmek bilimsel anlayışa sığmaz diye düşünülebilir.

 

Bilim insanı, “Acaba bu olgunun arka planında ne olabilir?” mantığıyla problemlere yaklaşmalıdır.

 

Acaba bitkiler modern insanın ve bilim insanlarının zannettiği gibi kendi halinde, öylece kaynatılıp yenilmeyi bekleyen ve yalnızca oksijen ihtiyacımızı karşılayan canlılar mıdır, yoksa bir zamanlar şamanların tanımladığı türden gizemli yaşam formları mıdır?

 

Şamanlar bitkilerin birbiri ile iletişim kurabildiklerine, ormanın bu nedenle kendileriyle konuşabildiğine inanırdı.

 

Bu tür bir konuşma elbette bir diyalog şeklinde ele alınmamalıdır.

 

Nevill Drury'e göre şamanlık bir görü (vision) geleneğidir, doğal dünyanın tanrının imgeleriyle bağ kurmaya yarayan değiştirilmiş bilinç konumlarının eski bir kullanım pratiğidir .

 

Peki bitkiler birbirleriyle iletişim kurabilir mi?

 

Şamanlar doğadaki örüntüleri görebilir ve ritimleri algılayabilirler mi?

 

Türklerde neden “kömey” denilen bir gırtlak müziği vardır ve bu müziğin esas kaynağı şamanlar mıdır?

 

Kuantum biyoloji, nörokuantoloji gibi bilimler şamanların dünyasını anlamak adına bize yeni bir yol gösterebilir mi?

 

Şimdi bu sorulara cevap arayalım.

 

Bitkilerin ses dalgalarıyla etkileşebildiklerine ve onlardan fiziksel olarak etkilendiklerine dair gerçekleştirilen bilimsel çalışmaların sayısı son dönemlerde giderek artmaktadır.

 

Bu bilimsel çalışmalardan birinde bitkilere yöneltilen ses dalgaları sonucunda onların fiziksel ve kimyasal yapılarında meydana gelen olası değişimler konu alınmıştır.

 

Dr. Reda Hassanien ve çalışma arkadaşlarının gerçekleştirdikleri bazı deneylerin sonuçları 2014 yılında 'Journal of Interactive Agriculture' dergisinde yayımlanmıştır.

 

Bitkilerde Ses Dalgalarının Etkileri Konusunda

Gelişmeler” adlı makalede şu bilgiler aktarılmıştır:

 

Ses dalgası teknolojisi birçok farklı bitkiye uygulana gelmiştir.

 

Farklı frekanslardaki ses dalgalarının, ses basıncı düzeylerinin, pozlama (uygulama) sürelerinin ve ses kaynağının bitkiden olan uzaklığının bitki gelişimine etki ettiği gözlenmiştir.

 

Deneyler açık hava ve sera koşullarında farklı işitilebilir ses frekanslarında ve ses basıncı düzeylerinde yürütülmüştür.

 

1 kHz frekansta, 100 dB (desibel) şiddette ve 0.2 metre uzaklıkta (kaynağın bitkiden olan uzaklığı) callus hücrelerinin hücre duvarı akışkanlığının ve hücre bölünmesinin daha iyi sağlandığı ve aynı zamanda koruyucu enzimlerin ve endojenik hormonların

daha aktif olduğu gözlenmiştir.”.

 

Bu bilimsel deneyin de gösterdiği gibi bitkiler ses dalgalarına karşı duyarsız değildirler.

 

 Günümüzde ses dalgaları ve bitkiler arasındaki ilişkiyi  ele alan çalışmalar 'biyoakustik' adı verilen çalışma alanında yapılan deneyler ile birlikte yürütülmektedir.

 

Bitkilerin birbirleriyle kimyasal madde ve ses dalgaları aracılığıyla iletişim kurabiliyor olmaları bilimsel yöntemlerle kanıtlanabilir mi?

 

Elbette bunun için öncelikle bu fenomenlerin bilimsel yöntemlerle ele alınabileceğini düşünebilen  açık fikirli bilim insanları gereklidir.

 

Bunlardan biri Batı Avustralya Üniversitesi'nden Monica Gagliano'dur.

 

Gagliano, biz insanların doğanın bize sundukları konusunda aşırı korumacı olduğumuzu ve kendimizi kapalı bir kutudaymış gibi sınırlandırdığımızı, aslında doğanın bize kullanabileceğimiz birçok şey sunduğunu belirtmektedir.

 

California Üniversitesi'nden Richard Karban, son 15 yılda elde ettiğimiz bilgilere göre bitkilerin kendi aralarında kurdukları iletişimin eskiye oranla daha fazla kabul edilebilir olduğunu dile getirmektedir.

 

Yine Karban'a göre uçucu organik ilk kez bitki bilimciler Jack Schultz ve Ian Baldwin tarafından 1980'lerin başında teorik olarak öne atılmış ve bugün bu uçucu bileşiklerin bitkilerin kendi aralarındaki iletişimlerde kullanılıyor olduğu kanıtlanmıştır.

 

Gagliano'ya göre bitkilerin kökten-köke meydana getirdikleri alarm sistemleri, ekosistemi yani ağaçların oluşturduğu ormanı birbirine organik olarak bağlamaktadır.

 

Gagliano, bu internet benzeri ağın, mantarlar aracılığıyla gerçekleşmesinin mümkün olduğunu ve ayrıca bitkileri birbirine bağlayan bu ağ yoluyla akustik sinyallerin de

gönderilebileceği bilgisini vermektedir .

 

Radboud Üniversitesi'nden Josef Stuefer'e göre de bitkiler kendi aralarında bir iletişim şebekesi oluşturabilmekte ve hatta bitki virüsleri bu ağı kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmektedir.

 

British Columbia Üniversitesi'nden Orman Ekologu Suzanne Simard ise yaptığı bilimsel araştırmada ilginç sonuçlara ulaşmıştır.

 

 Simard'a göre ormanda yer alan yaşlı ve dev ağaçlar daha genç ve küçük ağaçlara mantarların bizzat oluşturduğu bir ağ aracılığıyla bağlanabilmektedir.

 

Bu dev ağaçların olmadığı ortamlarda ise çok sayıda fide ve ağaç bile bu iletişimi verimli olarak  sağlayamamaktadır.

 

Simard, dev ağaçların tüm bitki ekosistemini bu ağlar aracılığıyla yönetebiliyor olabileceğini de düşünmektedir.

 

Simard'ın son araştırmasına göre ormanda bir bölgede dev bir ağaç (ana ağaç diye tanımlıyor) kesildiğinde, ardından daha genç ağaçların dayanıklık kat sayılarının azaldığını tespit etmiştir.

 

Dr. Grace Augustine ise ağaçların kökleri arasında nöronlar arasındaki sinapsların yaptığı türden bir çeşit elektrokimyasal iletişimin olabileceğini belirtmiştir.

 

Şamanlar için en önemli ögelerden biri olan ve kültürümüzün derinliklerine kadar işlemiş olan hayat ağacı veya dünya ağacı motifine bir debu gözle bakabilir miyiz?

 

Şamanların ruhsal veya göksel yolculuklarında kullandıkları, üst, orta ve alt dünyaları birbirine bağlayan hayat ağacının kökeni acaba aktarılan bu bilimsel fikirlerde aranabilir mi?

 

Hayat ağacının kökeni ormanları yöneten dev ve yaşlı ağaçlar mıdır?

 

Yoksa şamanlar hayat ağacına ruhsal olarak tırmanmıyorlar da bu dev ağaçların diğer ağaçlarla gerçekleştirdikleri elektrokimyasal iletişime mi ortak oluyorlar?

 

Veya şamanlar bu iletişimi bir şekilde algılayabiliyorlar mı?

 

Kamlar bu elektrokimyasal ağa sindirdikleri bazı özel mantar ve bitki türleri aracılığıyla, onların zihinsel etkisiyle bağlanıyor olabilirler mi?

 

Öyle görünüyor ki, şamanizmin 'Avatar' filmine esin kaynağı olan bilim insanıdır.

 

Bilimsel arka planında biyoakustik ve biyokimya gibi bilim dalları bulunmaktadır.

 

Gagliano'nun şu sözleri tam da bu noktada önem kazanmaktadır:

 

Şamanlar bitkilerin seslerini duyabildiklerini ve bu sesleri öğrenebildiklerini söylerler.

 

Belki de bizim daha önce dikkat etmediğimiz  noktalara önem verdiler.

 

Bu gerçekten ilgi çekici.

 

 Biz bu bağlantıyı kaybetmiş olabiliriz fakat bilim günümüzde bunu yeniden keşfetmek için çalışıyor.”

 

  Bugün özellikle Orta Asya'daki Türklerin yaptığı 'kömey (khöömei)' denilen gırtlak müziğinin kökeninde şamanizmin olduğu düşünülebilir mi?

 

Şamanların bu sesleri doğayı dinlemek, onu dillendirmek amaçlı yaptıkları düşünüldüğünde onların doğa-ritim ses bağlantısını çok iyi algılayabilmiş ve içselleştirmiş olduklarını söyleyebiliriz.

 

Belki de şamanlar kendi çıkardıkları seslerle ve yardımcı psikoaktif bitkilerin sindirimiyle birlikte zihinlerinde Bir takım imgeler yaratabiliyor ve onlardan bazı anlamlar çıkartabiliyorlardı.

 

Şamanizmin bilimsel arka planında biyoakustik, biyokimya bilim dallarının yanında nöroloji ve kuantum fiziği de yer alıyor olabilir mi?

 

Son dönemde disiplinlerarası bilimler olan kuantum biyoloji ve nörokuantolojinin çalışma alanları hakkında çok sayıda makale yayımlanmıştır.

 

Bu bilimsel makaleler kuantum fiziği prensipleri (kuantum dolanıklık, kuantum sıçraması vb.) ile beyin aktiviteleri arasındaki ilişkileri konu almıştır.

 

Bugüne kadar görmezden gelinen veya üzerinde durulmayan beyin ve zihin kaynaklı fenomenlerin gizemi kuantum fiziği – nöroloji ilişkisi ile çözülmeye çalışılmaktadır.

 

Şamanların da deneyimlerinde zihin kapasitelerini fazlasıyla kullandıklarını düşündüğümüzde eğer varsa kuantum fiziği – zihin – bilinç ilişkisini iyi anlamak gerekmektedir.

 

O zaman şamanizm bir mistizm olmaktan çıkıp bilimsel bir veri sınıfına konulabilecektir.

 

 Şamanın ruhsal yolculuğunun bilimsel arka planını California Üniversitesi'nden Michael Winkelman  şu şekilde açıklıyor:

 

Şamanizm insan bilişselliğinin doğasında kökleri bulunan, görünür deneyimlerle temsil edilen görsel sembolizmi üretmek adına beynin farklı seviyeleri boyunca olan bilgiyi birleştirmek için bilincin değiştirilmiş durumunu irtibatlandıran bir olgudur.”.

 

İnsanlar gelecek hakkında bilgi sahibi olabilir mi veya henüz yaşanmamış bir olay insanları etkileyebilir mi?

 

Klasik fiziğin nedensellik ilkesine göre bu mümkün görünmese de son dönemde yapılan bazı bilimsel deneyler bunun mümkün olabileceğini ortaya koyuyor.

 

Cornell Üniversitesi'nden Psikolog Daryl Bem bu tür deneyleri yapan ve olumlu sonuçlar alan bilim insanlarından yalnızca biridir.

 

Bunun dışında çok sayıda deneyin sonucunda geleceği görme ve önsezi olaylarının yaşanabildiği gösterilmiştir.

 

Duyudışı Algılama) fenomeni ve özellikle önsezi kuantum zihnin bir sonucu veya onun gösterilmiş özellikleri olarak açıklanmaktadır .

 

Temkin'e göre insanların geleceği öngörebilmeleri onlara evrimsel açıdan da büyük bir avantaj sağlayabilir, çünkü insan toplulukları bu şekilde birçok potansiyel tehlikeden korunabilir.

 

Northwestern Üniversitesi'nden Psikolog Julia Mossbridge ve çalışma arkadaşlarının bilimsel bir deneyde elde ettikleri sonuçlarda ise deneklerin 1-10 saniye sonrasını görebildikleri belirtilmiştir.

 

Deneyde, deneklerin 1-10 saniye sonrasında karşılarına çıkacak olan uyarıcıya önceden tepki verebildikleri gözlenmiştir.

 

Deney grubu bu fenomene 'Öngörülü Nedensel Olmayan Aktivite' adını vermiştir.

 

Bu deney sonuçları açıkça gösteriyor ki, kültürümüzde de binlerce yıldır yer alan altıncı his, içine doğmak, hissetmek gibi terimlerin bilimsel arka planının olması şiddetle muhtemeldir.

 

Şamanlara atfedilen gelecekten haber verme ve bunu toplumun yararına kullanma olgusunun arka planında nörobiyoloji, nörokuantoloji gibi bilim dallarının olduğunu görebilmekteyiz.

 

Ayrıca, yine rüyalar ve telepati fenomeni ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar bu fenomenlerin de bilimsel yöntemlerle açıklanabileceğini öngörmektedir.

 

Özellikle anneleri ile çocukları ve birbirine duygusal olarak çok yakın olan çiftlerin telepatik deneyimler yaşıyor olması bilim insanları arasında hararetle tartışılan konulardan biridir.

 

Bu konuda en ciddi deneyleri Cambridge Üniversitesi'nden Rupert Sheldrake yürütmektedir.

 

Yakın bir gelecekte insanların ve dolayısıyla şamanların telepatik yetenekleri konusundaki bilgi düzeyimizi arıtabilecek deney sonuçlarıyla karşılaşabiliriz.

 

Şamanların iyileştirici güçleri veya en azından vücudun belirli yerlerindeki hastalıkları doğru tanımlayabilmelerinin nedenini bilimsel arka planda arayabilir miyiz?

 

Cevap evettir.

 

Şamanların insanların hastalıklı bölgelerini, organlarını saptayabilmelerinin bir yolu var:  Biyofotonlar.

 

Biyofotonlar, biyolojik sistemlerden yayılan oldukça zayıf şiddette foton salınımlardır.

 

Bitkilerin tüm yaşayan hücreleri, hayvanlar ve de insanlar çıplak gözle görülemeyen ancak özel donanımlarla algılanabilen bu ışınımı yayarlar.

 

Bu ışık salınımı, yaşayan bir hücrenin fonksiyonel durumunun da göstergesidir.

 

Dolayısıyla herhangi bir ölçüm yapıldığında hücrenin o anki fonksiyonu anlaşılabilir olur.

 

Sağlıklı ve kanserli hücreler biyofoton salınımlarındaki

farklılıklar incelenerek tespit edilebilir.

 

Günümüz kanser araştırmalarında bu yöntem kullanılmaya başlanmıştır.

 

Erken hastalık tanısı, kimyasal ve elektromanyetik kirlilik testleri ve biyoteknolojinin bazı alanlarda  bu yöntemler uygulanmaktadır .

 

Nöropsikolog Karl Pribram'a göre beynin ve sinir sisteminin ve belki de tüm insan bedeninin oluşturduğu biyofoton alanı, hafızanın ve bilinçle ilgili diğer fenomenlerin altında yatan sebep olabilir.

 

Görüldüğü üzere vücutta herhangi bir zarara uğramış ve hastalıklı olan bir bölge biyofoton salınımdaki farklılıklar nedeniyle vücudun sağlıklı bölgelerinden ayrılabilir.

 

Gözle görülemeyen bu etkiyi acaba bazı şamanlar beyinlerinin henüz işlevini bilemediğimiz bölgelerinin aktif olmasıyla algılıyor olabilir mi?

 

Ya da birtakım psikoaktif bitkiler yardımıyla biyofoton salınımları onlara görünür oluyor olabilir mi?

 

Peki şamanlar hasar görmüş bu bölgeleri nasıl iyileştirebiliyordu?

 

Ses dalgaları ve müzik bu sorunun cevabı olabilir mi?

 

Ses dalgaları ve müzikle iyileştirme olgusu hakkında da bilimsel deneyler tasarlandığını ve gerçekleştirildiğini burada belirtelim.

 

Özellikle Dr. Mitchell Gaynor'un bu konudaki çalışmaları dikkat çekicidir.

 

Büyük bir cesaretle fakat haklı olarak sorduğumuz bu soruların bilimsel deneyler sonucu olumlu veya olumsuz olarak cevaplandırılabileceğini umalım.

 

Görüldüğü üzere hakkında çok şey yazılan ve çizilen şamanizm yalnızca sosyolojik ve dinsel açıdan ele alınmamalı, özellikle son yıllarda hızla gelişen disiplinlerarası bilim dallarınının yaklaşımlarıyla birlikte dikkate alınmalıdır.

 

Bugün mistik yönleriyle ifade edebildiğimiz şamanizm hakkında eldeki veriler dışında yeni bilimsel verilerle desteklenirse çok daha fazla şey öğrenebilir.

 

Artık şamanizme yeni çağ akımının bir parçası, ruhçu ya da spiritüel açılardan bakılmamalı, şamanizm bu sınıfa sokulmamalıdır.

 

Şamanizme bilimsel perspektiften bakarak inançlarımızın kökenindeki doğacı, bilimsel felsefeyi kavrayabilmeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI     Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülme...